Sinem, arabasını çiftliğin kapısından soktuğunda, son
metrelerde tuttuğu nefesi bıraktı. Nihayet evine dönmüştü. Sibel’in düğünü
için gelmişti. Birkaç hafta tatil yapacak, bu süre içinde geleceği ile ilgili
kararlar verecekti. Mesleğinin artıları, eksileri, hayatına kattıkları ve alıp
götürdükleri üzerine kafa patlatmalıydı. Son aylarda yaşadıklarını ailesine
bile anlatamamıştı. Çok çirkin tavırların ardından bir süre evinden de
uzak kalmıştı. Hemen eve dönse mutlaka sinirle birilerinin kalbini kıracaktı.
Şimdi daha sakindi ve o olayı anlatmayı düşünmüyordu.
Üzüm bağlarının arasından geçerken her an bir yerden
fırlayacak yeğenlerini arıyordu gözleri. Annelerinin çocukları olduğunu
ispatlar gibi ya üzümlerin ya da atların yanındaydılar. Ekin’in de Özüm ve
Tanem gibi kısa sürede bağlarda koşturacağını biliyordu. Şimdiden annesi ile
bağların arasında yürüyor, minik elleri ile koparttığı üzümleri ağzına
tıkıştırırken poz veriyordu. Kendisine gönderilen fotoğraflarla avunduğu
aylardan sonra nihayet yeğenlerini doya doya öpüp koklayacaktı. Gülümseyerek annesinin
yaşadığı eve doğru yoluna devam etti. Toz kaldırmamak ve bağların
arasından fırlayacak çocuklara çarpmamak için oldukça yavaş kullanıyordu
arabasını.
Toprak eniştesinin yaptırdığı ev ve bungalovlar, içinde
yaşandığını belli edecek kadar renkli ve hareketli gözüküyordu. Havuzdan su ve
çocuk sesleri geliyordu. Kapalı havuz yerine o da soluğu açık havuzda alacaktı.
Çok sıcak olmasının yanı sıra geçen yaz tatil yapmamış olmasının acısını
çıkartacaktı. Mayıs ayında çekimleri başlayan dizide rolü kalıcı
olmamıştı. Kısa sürede rol icabı yurt dışına gönderilerek ilişiği
kesilmişti. Televizyon dünyasında beklediği atılımı yapamamıştı. Ne
beklediğini de bilmiyordu doğrusu. Tiyatrosu da tatile girince, gönlünce
tatil yapmanın önünde engel kalmamıştı.
Ablası Sibel, Polat Özcan ile evleniyordu. Ünlü
dizi senaristi bir eniştesi olacaktı. Bir gün işine yarayacağını umuyor,
hatta biliyordu. Yine de ne kendisini o ricayı yapacak kadar iyi
oyuncu olarak görüyor, ne de böyle bir şeyi teklif edecek kadar çaresiz
hissediyordu. Hem dizi çekmeyi düşünüyor muydu ki? En azından bir süre asla o
ortama girmeyeceğini, bu süreçte yerine çok daha iyi oyuncuları bulacaklarını
biliyordu. Yine de senarist bir enişte büyük avantajdı.
Kendisi ile yüzleşme şarttı. Ne istediğini bilmediği
ortadaydı. Kısacık yolda bile defalarca fikri değişmişti. En iyisi bir
süre tüm bu düşüncelerden uzak durmak, tatilin tadını çıkartmaktı.
Annesinin evinin park yerine doğru arabasını
çevirdiğinde büyük evin mutfak kapısında Ayşe abla ve hemen yanında annesi
belirmişti.
“Hülya Sultan, sen beni özledin de kapılarda mı
karşılıyorsun?” diye bir yandan söyleniyor, bir yandan da arabasından iniyordu.
İki yaşlı kadının da kendisine sımsıkı sarılması ile yuvasına kavuştuğunu
anladı. Yanaklarına defalarca öpücük kondururken bir yandan da
kokluyordu.
“Ayşe abla, sen sarma mı yaptın? Üstelik tarçın da
koymuşsun.”
“Bu kızın burnu da her kokuyu alıyor.”
“Hiç söylenme Ayşe, sen alıştırdın bunları. Her şeyi
kokluyorlar. Hadi gel içeri girelim, çok sıcak.”
“Ece ablam nerede? Bağların arasından geçtim ama
göremedim. Çocuklar da yoktu. Havuzdalar mı yoksa?”
“Ece ve havuz? Yeni bir tay geliyor. Gümüş Kanat’ın
son tayı. Kısrağın başında hepsi.”
“Aman, tamam ben almayayım. Üzümler neyse de atlar ile
hiç aram hoş değil.” Çocukluğundan beri ikisini de çok seviyor ama işlerinin
çokluğu yüzünden uzak durmayı tercih ediyordu. At binmeyi özlemişti aslında. En
azından biraz pratik yapmak iyi gelecekti. Ayşe onun düşüncelerini bilmeden
söylenmeye devam etti. “Sanki üzümlerle çok hoş, yıkayıp önünüze koymasam
yemiyorsunuz bile.”
“Tamam, Ayşe abla, yüzüme vurma. Bak ben yüzümle para
kazanıyorum. Yani kazanacağım. Henüz pek kazandığım söylenemez ama bir gün
olacak, biliyorum.”
Annesi, içini çekerek, “Sibel de oyuncu olacaktı.
Döndü dolaştı çiftlikte ablana yardım etmeye başladı. Senin de sonun bu çiftlik
olacak.”
“Köye şöyle iki eniştemin toplamının ikiye
bölünmüşünde birileri mi taşındı? Daha aşağısı beni kurtarmaz.”
“O nasıl hesap kız? Yarım adam mı alacaksın,
anlamadım.”
“Ayşe abla, çok alemsin. Yani en az onlar kadar iyi
huylu ve yakışıklı olmalılar. Bak iyi huyu önce söyledim. Anlayacağınız
yakışıklılık ikinci planda kaldı.”
“Büyüyorsun demek ki.
“Büyüyor muyum? Yakında yirmi beş yaşında olacağım.
Evde kaldı bu kız diyeceksiniz.”
“Benim kızlarım evde kalmaz. Sadece doğru adamı
bekler. Senin de doğru adamı bulacağını biliyorum. Bak Sibel’e! Hiç düşünmediği
anda buldu enişteni.”
“Onlar nerede? Eniştem burada mı?”
“İstanbul’a gitti. Düğün ile ilgili işleri varmış. Bir
de film çekilecek. Senaryosunu o yazmış. Onunla ilgili son görüşmelerini mi ne
yapacakmış. İki telaşe üst üste geldi.”
“Oooo film ha? Çok iyi.” Sibel ona böyle bir
şeyler anlatmıştı telefonda ama o aralar kendi içinde olduğu sorun yüzünden
doğru düzgün dinlemediğini şimdi anlıyordu.
“Daha iyisi, filmi bizim çiftlikte çekecekler.
Bungalovları onlara kiralıyor ablan.”
“Ciddi misin anne? Burada mı çekecekler?” Setlerin
temposundan uzak kalmak istedikçe burnunun dibinde mi biteceklerdi? Gerçek
hislerini saklamak için oyunculuk yeteneğine başvurup, bir şey yokmuş gibi
hareket etmeye devam etmeliydi.
Onun ne düşündüğünün farkında olmayan annesi
yanıtladı. “Aa, sana yalan borcum mu var? Bir haftaya kadar gelecekler. Düğünü
de çekeceklermiş. Kalabalığı, yemekleri falan hep çekeceklermiş. Sonra filme
ekleyeceklermiş.”
“Artık Ayşe ablayı kimseler tutamaz. Ünlü olacaksın
bak. Tüm yapımcılar peşinde koşacak.”
Ayşe yüzüne muzip bir ifade yerleştirip, hafif bir
boyun bükmesi ile, “Hep bu günü beklemiştim.” dedi, ikisinin de gülmesi
üzerine, “Hadi git, üstünü başını değiştir, yemek yarım saate hazır. Sibel de
gelir o ara… Bu kızlar büyüdükçe küçülüyor mu ne, bunu bile söylemeden
yapmıyorlar.”
“Ohh ev gibisi yok. Şöyle birilerinin yüzüne
bakarak arkandan söylenmesini bile özlüyorsun.”
“Hülya Hanım, ne dedi bu kız? Hiç anlamadım.”
“Ne diyecek, yanımda konuşuyorsunuz, iyi yapıyorsunuz,
dedi.”
“İyi yapıyoruz tabii.”
Sinem, iki kadının zor tuttukları kahkahalarına
yakalanmadan mutfaktan çıktı. Yakın zamanda tek başına kullanacağı odasına
girdiğinde özlemle içini çekti. Bıraktığı gibiydi. Dolabından çamaşır ve kot
ile gömlek alıp banyoya yöneldi. Bavullarına ihtiyaç duymadan kıyafet
seçebilmesi yine mutlu etmişti. Bu his bile evinde olmaktan duyduğu mutluluğu
katlayarak arttırıyordu.
*****
Polat, yapımcılar ve oyuncularla yaptığı görüşmeleri
tamamlamış, Sibel ile kalınacak yerleri ve tarihleri ayarlamış, gönül rahatlığı
ile Denizli’ye dönüyordu. Nişanlısını özlemişti. Kardeşi Pınar’ın tedavisi için
geldikleri köy, yeni yurtları olmuştu. Kurduğu onca hayal dünyasında kendisi
için tek bir hayal olmazdı. Aklına bile getirmezdi gelecekte neler olmasını
istediğini. Şimdi ise Sibel ile çok uzun yıllar aşk dolu bir hayat sürmek
istiyordu. Ara sıra başka şehirlere, başka ülkelere gitse bile sevdiği kadına
dönecekti. O kadın hayatında birçok ilki yaşamasını sağlamıştı. İlk kez aşık
olmuştu. İlk kez bir film senaryosu yazmıştı. Doğal olarak ilk filmi çekilmeye
başlayacaktı. İçindeki heyecanlara bir yenisi eklenmişti.
Düşüncelerine dalmışken telefonunun sesi ile sıçradı.
Sibel’in adını okuyunca gülümseyerek açtı telefonu. “Şimdi seni ne kadar çok
sevdiğimi düşünüyordum.”
“Hissettim diyemeyeceğim. Çok uzaktasın. Gel ve sarıl
bana.”
“Uçak artı yol derken sanırım üç saat kadar sonra
sımsıkı sarılmış olacağım.”
“Havaalanında olacağım, yolu bekleyemem.”
“Galiba duyduğum en güzel cümle bu oldu. Yine de köyde
bekle beni, boşuna gelme o kadar yolu.”
“Boşuna? Seninle ilgili bir hareketimin boşuna olması
mümkün değil. Yoldayım zaten. Fakat kötü bir haberim var.” Sesi çok kötü
değildi. Polat da aynı sakinlikle sordu. “Ne oldu?”
“Ece’nin İspanya’dan konukları gelecek. Evlerden
birini onlara vereceğimi unutmuşum. Ekipten birilerini köyün konuk evine alırım
diyordum ama orası bile dolu. Ece, büyük evde kalsın birileri, benim eski odamı
kullansın, diyor. Ekipten bir ya da iki kişiyi annemlerin evine almamın
sakıncası olur mu?”
“İspanyollar niye evde kalmıyor? Ya da Ece’nin
evinde?”
“Ece’nin çocuklar çok erken uyanıyor, uyutmazlar
diyor. Annemler ise evde iç çamaşırı ile gezen iki erkek ve bir kadın görmek
istemez. Bizimkiler biraz daha dikkatli olurlar diye umuyorum… Yani en azından
evde büyükler varken.”
“O zaman düşüneyim, ekipten kimler çamaşır üstüne
pijama, gecelik falan giyiyor, onları eve yönlendireyim.”
“Ne? Sen kimin gece yatarken ne giydiğini nereden
biliyorsun?”
“Bunu sen söyledin. Bana sorduğuna göre bilmem
gerektiğini düşündün. Ben de düşünüyorum ama yanıt bulamıyorum.”
“Offf Polat, dalga geçme.” Nihayet anlamıştı.
Gülerek devam etti. “Baş rollere birer kişi kalacak şekilde iki ev ayırmıştık.
Biliyorum özel istekleri ama en azından biri, bir ay kadar annemlerle kalamaz
mı? Ece’nin eski odası çok güzel bir manzaraya, özel banyoya sahip. Ayrıca
annem kadın ya da erkek fark etmez, kalabilir dedi. Ersin de evde olacak
zaten. Oyuncularından biri evde kalmayı kabul ederse çok mutlu olurum. Bir
konuşur musun? Ayarlamalar netleşirse sana sarılma artı öpücük veririm.”
“O kadar ucuza gitmem. En az on sarılma, yüz de öpücük
isterim.”
“Yüz mü? Ama o kadar öpüşürsek sonunun nereye
varacağını biliyoruz ikimizde.”
“Niye istiyorum sanıyorsun?”
Sibel, bıyık altından gülüşünü görür gibiydi. O da
gülümseyerek, “Seni seviyorum. Yüzlerce öpücük vereceğim.” dedikten sonra
vedalaşıp telefonu kapattı.
*****
Akşam yemeği Hülya Hanımın evinde, büyük masanın
etrafında tek kişilik boş yer kalmayacak kadar kalabalık yeniyordu. Ece, tüm
kardeşlerinin orada olmasından memnun, yeni doğan atına vereceği ad için
yarışma açıyordu. En güzel ismi bulan, bir sonraki tayın sahibi olacaktı.
Onlarca isim havada uçuşurken, henüz resmi olarak damat olmayan Polat bile
kendini aileden gördüklerini anlamıştı. Pınar, tamamen iyileştiği için oradan
ayrılmak isteyeceğini düşünmüştü. Oysa kız kardeşi kendi tedavisinin ardından
aynı durumda olanların tedavilerine yardımcı olabilmek için kurslara katılmış,
eğitim aldıktan sonra ekibin uzmanlarıyla çalışmaya başlamıştı. O da artık
ailenin bir parçasıydı.
Konu çekilecek filme geldiğinde Polat masada hiç
sesini çıkartmadan anlattıklarını dinleyen Sinem’e baktı. O ana kadar aileden
hiç kimse onun da oyuncu olduğunu, filminde rol verip veremeyeceğini
sormamıştı. Sinem de yanlış anlaşılacağını düşünüyor olmalıydı ki soru
sormuyor, sadece anlatılanları dinliyordu.
Filmin konusu herkes için tanıdıktı. Yakışıklı adlı
atın, ya da yarış adıyla Gümüş Kanat’ın çiftliğe gelmesinden sonra yaşanan
olaylar biraz daha dramatize edilecek, daha fazla polisiye unsur katılacaktı.
Senaryonun hikayesini birinci ağızdan dinlemiş olmanın rahatlığı ile eklemeler
yapmıştı. O zamanların Halime’si evlenmiş ve ayrılmıştı çiftlikten. Senaryoda
küçük ama önemli bir roldü ve en başından beri Sinem çiftlikte olursa onun
oynamasını düşünmüştü. Yapımcılara da bunu söylemiş, en kötü ihtimal aklındaki
ikinci alternatifin adını vermişti. Tüm karakterleri tanıyor olmanın en iyi
tarafı o rollere en uygun oyuncuları düşünebilmesiydi. Biri hariç hepsi
rollerini kabul etmişti. Ece’yi oynayacak oyuncu ile Toprak rolünü oynayacak
oyuncunun üç gün sonra köye geleceğini bildirdi. Hangisinin evde kalacağına
kararı köye geldikten sonra vereceklerdi. İkisi de köy evinde kalmanın bir iki
gün için cazip olduğunu ama en az bir ay kalınacağı için görmeden karar
vermeyeceklerini söylemişlerdi. Polat, bu yanıtları kendisine ileten sekretere,
“Evde kalmak için kavga edecekler desene.” dediğinde sekreter şaşırmıştı.
Masadakilere de anlatınca aynı tepkiyi aldı. Bu aileyi
ve şaka anlayışlarını seviyordu. Üstelik çok modern yaşıyor, hayata da öyle
bakıyorlardı. Sırası gelip geleneklerini sergilemeleri gerektiğinde de en küçük
detayına kadar her şeyi yerine getiriyorlardı. Ece ile Toprak’ın düğün
videolarını izlediğinde gördükleri ile kendi düğününün nasıl olacağına çoktan
karar vermişti. İki başrolün ve ekibin bir kısmının erken gelişi de düğün
yüzündendi. Bazı yakın plan sahnelerini çekeceklerdi. Belki sonra evlerine
döner, bir hafta sonra yeniden gelirlerdi. Polat kendi düşündüklerine güldü.
Sonucu çok merak ediyordu.
Sinem, tatilin ilk iki gününü tüm çiftliği gezerek ve
artan vaktinde yüzerek geçirmişti. Pınar ile zaten iyi anlaşıyordu. Artık dört
kız kardeş sayılırlardı. Havuzda vakit geçirirken onunla konuşmak iyi
geliyordu. Atlattığı rahatsızlığından sonra daha da pozitif bir düşünce yapısı
geliştiren Pınar, Sinem’in, bir ay önce yaşadıklarını anlattığı tek kişiydi.
Dizi oyuncusu olma hayalleri çok hızlı yerle bir olmuştu. Bir çürük yumurta
yüzünden herkesi aynı kefeye koymaması gerektiğini biliyordu fakat yaşadıkları
da kolay unutulur şeyler değildi.
Üçüncü gün hareketlilik artmıştı evde. Ekibin bir
kısmı ve oyuncuların beş tanesi o gün gelecekti. Odaları hazırdı. Ertesi gün
İspanyollar da gelecekti. Dört gün sonra ise ekibin kalanı orada
olacaktı. Telaşenin bol olduğu düğün öncesi hazırlıklara bir de bu kadar
konuğun karmaşası eklenmişti.
Toprak, her zaman tek aşçı ile çalışıyordu köyde.
Yapımcıya yemek işini kendisinin ayarlayacağını söylemişti Polat. Toprak'ın
ikinci aşçısı onlara yardım için gelecekti. Ayşe de düğün yemeklerini organize
ederken iki aşçıdan da yararlanacak, onca kalabalık aç kalmayacaktı. Açık
bir mutfak kurulmuş, hem düğün hem de ekip için yemeklerin yapılacağı alan
hazırlanmıştı. Çardakların kurulduğu yerler de güneşten koruyacak şekilde
ayarlanmıştı.
Son hazırlıkların üstünden geçen kardeşler her şeyin
hazır olduğunu tek sorunun evde kimin kalacağının bilinmemesi olduğunu
anlayınca yapılacaklar listesini kapattılar.
*****
Polat, Sinem’in tereddüt etmesini anlayamıyordu. Teklifini
ailesinin arasında iletmek yerine bulduğu bir fırsatta ikisinden başka kimsenin
olmadığı bir ortamda söylemiş, baldızı ise akrabalık, ev ve konu aşinalığı gibi
nedenler yüzünden kendisine teklif etmesine gerek olmadığını, başka bir
oyuncuyu tercih etmesinin daha doğru olacağını söyleyerek Polat’ı
şaşırtmıştı.
“En baştan beri o rol için seni düşündüm. Senin
istememen durumunda aklımda biri var ama bence hiç gerek yok ona. Sen tam o
role uygunsun. Aslında başrole de uygunsun, biliyorsun. Ablana benzerliğin de
büyük avantaj elbette. Fakat üzgünüm henüz senin popüler olmadığın gerçeğini
göz ardı edemem. Ünlü bir oyuncu ile gişede daha başarılı olacağımı biliyorum.
İlerleyen yıllarda başrol için sana yalvarırken bana bu konuşmayı
anımsatacağını da biliyorum. Yine de dürüstlüğüm için bağışlar ve kabul edersin
diye umuyorum.”
Sinem, son cümlelerden sonra eniştesine hayır
diyemeyeceğini anlamıştı. Küçük bir roldü. En çok bir hafta içinde rolü
bitecekti. Yapımcıyı ve oyuncuları öğrendiği için biraz rahatlamıştı. Eski
işindeki ekipten kimse yoktu. Polat'ın masum bakışlarla yanıtını beklediğini
görünce gülümsedi. "Tamam, kabul. Ama bak, akrabasını kayırdı gibi bir
cümle duyarsam arkamı bakmadan kaçarım."
"O cümleyi söyleyeni tüfekle kovalarım."
"Senin tüfeğin mi var?"
"Yok ama olsun, köyde illa vardır."
"Köye kadar uzanma, Toprak eniştemden ya da
ablamdan isteyebilirsin."
"Gerek olmayacak. Anlaştığımıza göre, sana
senaryoyu vereyim de oku."
"Okumuştum!"
"Sibel?"
"Evet, iki gün önce zorla kucağıma koydu ve okuuu dedi.
İnsan ablasına nasıl karşı gelebilir?"
"Yani, bu teklifi de Sibel yapsa hemen kabul mu
edecektin?"
"İş teklifi ayrı bir konu. Sana detayları
sormadan asla çalışmayı düşünmedim."
"Bir ara seni bu kadar soğutan konuyu konuşalım.
Galiba, televizyon sektöründe çalışmamam gereken birileri var. Bilmek isterim
kimler olduğunu."
Sinem, yeni eniştesinin anlayışı karşısında bir an
sessiz kaldı. Sonra inkar etmek yerine küçük bir gülümseme ile, "Bir gün
ama bugün değil."
Erken saatlerde havuz daha sakin olduğu için evden
kahvaltı etmeden çıktı. Yeğenlerinden daha önce havuzda olacağını düşünmekle
hata ettiğini onları kurulanırken görünce anladı.
"Sizden önce giremeyecek miyim ben?"
"Erken kalk teyze. Biz erken kalktık."
"Ukala. Annen nerede?"
"Tayın yanında. Birazdan gelecekmiş. Ben anneannemin
yanına gidiyorum. Kahvaltıya yardım edeceğim."
"Özüm, sen o kadar büyüdün mü?"
"Off teyze. Ayşe teyze çoğunu yapıyor, ben
alt tarafı dolaptan çıkartıp masaya koyacağım. Yumurtaları da
haşlayabiliyorum."
"Sen babanın kızı mısın? Annen onu bile yapamıyor
biliyorsun!"
"Hala yemek yapamayan bir annem var." Sinem,
söylenerek giden Özüm ile Tanem'in arkasından kahkaha atmamak
için kendini tuttu. Elbisesinin çıkartıp havuza girdi. Üçüncü turda nefesinin
sıklaşması ile yorulduğunu anlayıp kenara geldi. Kondisyonu kalmamıştı. Zamanla
eski haline geleceğini biliyordu. Nefesini düzenlerken duyduğu ses ile arkasını
döndü.
"Bu havuz bize de açık mı?"
Ses tanıdıktı!
Yeni doğan güneş arkasında kaldığı için yüzünü
göremiyordu. "Kimin sorduğuna bağlı!"
"Ah egommmm. Beni nasıl tanımazsın?"
"Doğanın bazı kanunları var. Ses tanıdık ama
güneş yüzünden şu an bana simsiyah biri bakıyor."
"Irkçı mısın?"
"Yok artık. Bu nasıl soru?"
"Öylesine bir soru. Çıkmayı düşünüyor musun?
Buruşacaksın."
"Ne kadar kibarsın!"
"Sesimden bile beni tanımadığın için egomu
onarıyorum."
Tanımıştı ama onun bilmesi gerekmiyordu. Polat,
oyuncuların isimlerini söylediği için sesi hemen tanıması lazımdı. Sadece biraz
gecikmeli bir kavrayıştı. "O kadar ünlü değilsiniz demek ki! Sahi
kimsiniz?"
Genç adam, havuzun kenarına çömelip elini uzattı.
"Emre Demirhan."
"Sinem Kılıç"
"Sinem Kılıç... pek yabancı gelmedi. Ah işte
büyük hata. Asıl senin beni tanıman lazım. Ben seni nereden tanıyacağım
ki?"
"Tanımıştım ama biraz ego törpülemek
iyidir." Kendisini anımsamasını istemiyordu. O çevrenin
dedikodularının bu kadar hızlı yayılmış olması şaşılacak bir durum değildi.
Magazine düşmeyen yüzlerce iğrençliği kısa süre içinde bizzat yaşamış, duymuş,
gözlemlemişti. O yüzden tanıdığını söyleyip gerçekten egosuna hizmet
etmeyi tercih etti.
"Biliyordum! Beni nasıl tanımazsın? Ünlü,
yakışıklı, başarılı, yakışıklı, karizmatik, yakışıklı, çapkın, yakışıklı...yani
ben... nasıl tanınmam."
"Ukala, yakışıklı, züppe, yakışıklı kısmını
unuttun mu?"
"Bilerek atladım. O kısmı anlayacak mısın, merak
ettim."
"Niye?"
"Beni doğru tanıman için elbette. Çünkü
ben seni tanımak istiyorum."
"Niye?"
"Niye mi? Köyde bir havuz, havuzda bir deniz kızı
göreceğimi hiç düşünmediğim için merakımdan diyelim."
"Havuz kızı!"
"Aman, hemen düzelt. Tamam havuz kızı."
"Böyle de parti kızı der gibi oldu."
"Ben demedim."
Kısık ve hüzünlü bir sesle, "Biliyorum."
dedi. Keyifli konuşma bir anda kendi kelimeleri yüzünden sinirini bozmuştu.
Adamın bakışları üzerindeyken havuzdan çıkmayı düşünmediği için yeni bir konu
açtı.
"Sibel, hemen yan tarafta. Konukların nerelerde
kalacağını o belirliyor."
"Sibel? Görevli mi?"
"Ablam. Aynı zamanda sizin filmin senaristinin
nişanlısı. Onun düğünü var."
"Şimdi adının niye tanıdık geldiğini anladım.
Davetiyelerini almıştım. Tamam, ben onu bulayım." Tam arkasını dönmüş
gidecekken durup yeniden genç kıza döndü. "Havuzdan çıkmak için benim
gitmemi bekliyorsun sanırım. Kusura bakma, düşünemedim. Görüşürüz." dedi.
İçinden ise cümlesini, gördüklerim aklımı aldı, saatlerce durup izleyebilirdim,
diye tamamladı.
Sinem biraz rahatlamış olarak izledi gidişini. Sadece
ablasının soy adından dolayı tanıdık gelmiş olmak gerçekten rahatlatıcıydı.
Gerçekleri bilmeden önyargıları ile kendisini değerlendirecek insanlara
ihtiyacı yoktu.
Sibel'in bulunduğu bungalova doğru yürürken yapımcının
modern köy derken neyi kast ettiğini daha iyi onlamış oldu. Köyün çok varlıklı
olduğu belliydi. Daha önce gördüğü yerlere göre çok daha düzenli, temiz ve iyi
evlerin olduğu bir köydü.
Havuzdaki güzelliğe çok benzeyen Sibel ile konuşup
ailesi ile kaldığı eve birlikte yürüdüler. Baş rolü paylaşacağı arkadaşının
evde kalmasını engellemenin yolunu bulmuştu bile. Kısa süre sonra Hülya ve Ayşe
Hanım ile tanışmış, odasını görmüş, valizlerini taşımıştı. Şimdilik işi
olmadığı için odasına koyulmuş olan su ısıtıcısında su kaynatıp kendine kahve
hazırlamıştı. Özel banyosu ve yattığı yerden izleyeceği muhteşem bir
bağ manzarası vardı.
Kahvesini yudumlarken kahvaltı için herkesin sekizde
mutfakta olacağını söylediklerini hatırlayıp, rahat yataktan kalktı. Bu
saatlerde seti yoksa kalktığı pek görülmüş şey değildi. Yarın sabah büyük
ihtimalle kapısını çalacaklar ve zor bela öğle yemeği saatinde
uyanacaktı.
Üç katlı evin en alt katındaki büyük mutfağa
girdiğinde gözlerine inanamadı. Büyük masanın etrafı insanlarla, üstü çeşit
çeşit yiyecekle doluydu. Herkes ona hoş geldin dedikten sonra boş yeri gösterip
oturmasını bekledi. Masanın etrafında tanıdığı üç kişi vardı.
Diğerlerinin kendilerini tanıtmaması tuhaftı. Kimsenin 'ünlü' konuğa
özel bir ilgisi yoktu. Aksine neredeyse ilgilenmiyorlar diyeceği kadar normal
davranıyordu herkes. Sinem de o normal davrananlara dahildi. Giyinik hali çok
farklı gelmişti. Saçlarını diğer kadınlar gibi örmüş, kot ve penye bir tişört
ile oturmuştu masaya. Galiba kimsede makyaj yoktu. Emin olamıyordu, çünkü
herkesin yanakları, gözleri ve dudakları renkliydi.
Yanında oturan adam, "Yemezsen birazdan aç
kalırsın. Çok gibi gözüktüğüne bakma, on dakika sonra tek lokma kalmaz
masada." diyerek gülümsedi. Üstündeki şaşkınlığı attıktan sonra
büyük tabağına kahvaltılıklardan ve ev yapımı ekmekten aldı. Herkes bir yandan
yiyor, çayını içiyor, bir yandan da o gün kim ne yapacak onu konuşuyordu. En
sonunda yaşlı kadınlardan biri akşam ne yemek istediğini sordu. Emre o dakikaya
kadar sadece dinlediğini hiç konuşmadığını fark etmişti. Şaşkındı. Belki de
hayatında hiç olmadığı kadar şaşkındı. Masanın üstünde yiyecek kalmadığını da
aynı anda fark etti.
"Ben mi?"
"Misafir sensin. Senin istediğini pişiririm. Ama
öyle sosyetik yemek isteme. Diğerleri ne yaparsam onu yer. Sen
söyleyebilirsin."
Emre, gülmekten konuşamayınca bir bardak su uzatıldı.
Çünkü gülmesi öksürmeye dönüşmüştü.
"Özür dilerim. Annemden sonra bana sevgi ile
fırça karışımı cümleler kuran birilerini görmek çok farklı geldi."
"Hadi, de, ne istiyorsun akşama?"
"Canınız ne istiyorsa onu yapın. Yemediğim bir
şey yoktur. Yemek ayırt edilmez."
Yanında oturan adam Emre'ye dönerek gülümsedi. "Ayşe
ablamızın gönlünü feth ettin. Artık asla aç kalmazsın." Ayşe
abla da gülümseyerek çayını yudumlayıp onayladı.
Yine aynı genç adam elini uzatıp kendini tanıştırdı.
"Ben Toprak Karayel. Ece'nin eşiyim."
"Memnun oldum, yani benim oynayacağım karakterin
aslı ile tanışıyorum. Çok memnun oldum."
"Ben de." Daha sonra da masada oturan
herkesi tek tek tanıttı. Oğullar, gelinler ve torunlar... İsimleri aklında
tutmak zor olacaktı. Üstelik az önce kendisine normal davranan bu kalabalığın
aslında onun için bir arada olduğunu da öğrenmişti. Birisini rahat
hissettirmeyi iyi biliyorlardı. Toprak, Sinem'i tanıştırırken karşılıklı
gülümsemeleri sanki diğerlerinden biraz daha uzun sürmüştü. Belki de havuzda
zaten tanıştıkları için öyle davranmıştı. Her ne nedenle olursa olsun onun
gülen yüzüne bakmak güzeldi.
Filmin kadın oyuncusu öğleden sonra kendisini alan
araç ile eve ulaşmıştı. Otuzlu yaşlarda olmasına rağmen yirmili yaşların
başında gibi görünmesi sayesinde bu rolü almıştı. Üstelik Ece'ye gerçekten
benzer tarafları vardı. Gül Güneysu, evde Emre'nin kalacağından habersiz büyük
eve gelmiş, Hülya hanımın güllerine bakarken eve girmeyi unutmuştu.
Evden çıkan yaşlı kadın, "Koparabilirsin ama
dikenlere dikkat et." diye seslendiğinde, gülümseyerek döndü.
"Dalında kalsın. Siz mi yetiştiriyorsunuz?"
"Evet. Hobi mi diyorsunuz? Benim eğlencem
onlar."
"Bu bahçe hobiyi geçmiş. Renkler muhteşem.
Kokuları zaten baş döndürüyor." Sonra yaşlı kadına yaklaşıp elini uzattı.
"Ben, Gül Güneysu. Polat Özcan'ın filminde görev alacağım."
"Biliyorum. Ben de Hülya Kılıç. Hadi gelin bir
yorgunluk kahvesi için. Sonra diğerleri ile tanışırsınız."
"Kalacak yer ile ilgili bir karışıklık varmış
sanırım. Evde bir oda olabilir demişler."
"Emre Bey, evde kalacak. Yerleşti bile. Siz yine
ilk konuşulduğu gibi aşağıdaki evlerde kalacaksınız."
"Emre'ye bak sen, ne çabuk gelmiş, bir de odaya
yerleşmiş?"
Hülya hanım, şoföre, valizleri Sibel'in göstereceği
yere bırakmasını söyledikten sonra içeri girdi. Ayşe ile tanışan Gül, büyük
mutfağı inceledikten sonra gösterilen divana oturdu. Devasa masaya bakıp
gülümsedi.
"Çok mu kalabalıksınız?"
"Her geçen sene daha kalabalık oluyoruz. Artık
boş yer kalmıyor masada."
"Kalabalık aileleri seviyorum. Tek çocuğum ve
artık büyüklerim de yok. Arada şımarırsam ne olur affedin."
"Allah rahmet eylesin. Başka akraban yok
mu?"
"Sağ olun. Benimkiler de tek çocukmuş. Uzak
akrabalar var ama galiba aynı şey değil."
"O zaman sen evlenir, çok çocuk yaparsın. Onlar
büyüdükçe kalabalığa da alışırsın."
Gül, bir süre sustu, başını cama çevirdi, yutkundu ve
Hülya hanıma dönüp gülümsedi. "Kimse bilmiyor. Tabii yakın çevrem biliyor
da magazine haber uçurmuyorlar. Ben evliyim. Üstelik bir de oğlum var. Eşimin
işleri yüzünden çok fazla adının ortaya dökülmemesi lazım."
"Güzel kızım, ilk adımı atmışsın, yap iki üç tane
daha bak nasıl cıvıl cıvıl oluyor etrafın."
Gül yine gülümsedi. Kadın, ünlü bir oyuncunun büyük
bir sırrını duymuş, hiç önemsemediği gibi sadece kalabalık aile özlemi ile
ilgili kısma yanıt vermişti. Burada film çekmeyi seveceğini
biliyordu.
Kahvelerini içen üç kadın konuşmaya o kadar dalmıştı
ki merdivenden inen Emre'yi görmediler. Emre, Gül'ü görünce sevgiyle kucakladı.
"Benim büyük aşkım mı gelmiş? Denizli'nin en önemli iki kadını ile
tanışmışsın bile."
"Bak öyle aşkım falan deme, çok ayıp."
Şaşkın bakışlarla ikisini izleyen yaşlı kadınlara
dönüp, "Ben Toprak, o da Ece olacak, onların aşkını da işleyeceğiz
filmde." açıklamasını yaptı. Nihayet ortalık yatışmıştı. İkisi de çok eski
arkadaş olan Gül ve Emre ortak konularından konuşurken diğerleri de yemek
hazırlığı yapıyordu.
"Odayı kapmışsın?"
"Evet, manzaram muhteşem. Bir ara bakarsın,
Ece'nin eski odasıymış. Hatta orada da çekim olacak."
"O zaman ben niye orada kalmıyorum?"
"Çünkü, canım arkadaşım aklıma bir şey geldi. Şu
senin sırrın var ya... onlara haber uçur, buraya gelsinler. Hem bir arada
tatil, hem iş... Ne diyorsun? Böylece bir evin rahatlığında olursunuz."
Gül kocaman açılmış gözleri ile baktı. Onların yanında
olmasını çok isterdi ama o zaman bu bilgi çok fazla kişiye ulaşırdı? Başını
olumsuz şekilde sallarken Emre, kocana sor bence, diyerek konuyu kapattı.
Aklına yatmıyor değildi ama kocası artık ortaya çıkmayı göze alacak
mıydı?
*****
Hazırlıklar üç koldan devam ediyordu. Bir tarafta
düğün, diğer tarafta çekim hazırlıklarına düğüne denk getirilen bağ bozumu
hazırlıkları da eklenmişti. Her tarafta bir koşturma vardı.
Sinem, havuzun en boş saatlerinde yani sabahın
altısında soluğu havuzda alıyordu. Üç gündür evde Emre ile birlikte
yaşıyorlardı. Genç adam, her sabah hayretler içinde erken uyanıyor,
kahvaltıya iniyor, sonra da ya Polat ve Gül ile yönetmenin de olduğu
provalara katılıyor, ya da odasında kitap okumaya çekiliyordu. İlk günkü
flörtlerini devam ettirmeye niyeti yok gibiydi.
En çok üç dört güne kadar sıkılacaktı. Sinem,
onun İstanbul'da nasıl bir hayat sürdüğünü biliyordu. Bir hafta süre veriyordu.
İşten arta kalan zamanlarında yakın şehirlere, Denizli merkeze falan gidecekti.
Yine de alışkın olduğu hayatı bulamayacaktı. Dizilerin genelde İstanbul'da
çekiliyor olması izin günlerinin nasıl değerlendirildiğini anlatıyordu herkese.
Magazin programlarının sermayesi repo denilen izin günleriydi genelde. Emre de
o programların gediklilerindendi.
Havuzda üç turu tamamladığında Ece'nin kendisine
baktığını gördü. Yanına yüzüp gülümsedi.
"Günaydın, abla. Bitti mi antrenman?"
"Evet, üstümü değişip yanına geleyim. Aylardır
yüzmedim. Galiba geçen yaz da yüzmedim. Off neyse çocuklar kalkmadan
hemen geleyim... dedim, ama görüyorsun ki anasının kızları kalkmış bile. Hadi
kızlar mayoları giyin ve gelin. Teyzenizle yüzelim biraz."
Bir süre sonra kızlar, babalarına yardım etmek için
eve girmiş, kız kardeşler, şezlonglara uzanmış yeni doğan
güneşin hafif ışıklarında ısınmaya çalışıyordu.
"Polat, rolü istemediğini, seni ikna etmeye
uğraştığını söylüyor."
"Kabul ettim, niye öyle diyor?"
"Ama istemiyormuşsun! Niye? Dizi oyuncusu filmde
oynamaz diye bir şey mi var yoksa?"
"Hayır, sadece bir süre dizi-film işlerinden uzak
durmak istiyorum."
"Sinem, az önce sordum, yine soruyorum,
niye?"
"Bir sebebi mi olmalı?"
"Sibel de sen de oyunculuğu çok seviyordunuz.
Tamam onun nedenlerini anladım. Zaten artık burada ve mutlu. Ama sen bir sürü
eğitim aldın, bu işi yapmak için büyük emek harcadın. Şimdi kendi evinde,
içinde senin de olduğun bir hikayenin filminde oynamamak için kırk takla
atmışsın. Polat, enişten diye mi, istemedin?"
Uzun söyleve yanıt verecekken havuz kenarına
bungalovların arasından çıkıp gelen biri konuşmalarını böldü. Emre,
ikisini görmemişti. Dalgın yürüyerek şezlonglardan birine havlusunu bıraktı.
Duşu açıp terli vücudunu yıkadı ve etrafına bakmadan havuza
atladı.
Kızlar birbirine bakıp kaşlarını kaldırdı. Neden ev
tarafından değil de bungalovlar tarafından gelmişti?
"Annem, varlığı yokluğu belli değil, çok efendi
çocuk diyor." diye fısıldayan Ece, kardeşinin bakışlarını
kaçırmasıyla dikkat kesildi.
"Evet, odası üst katımda ve yürüdüğünü bile
duymuyorum. Zaten çoğu zaman Gül ile birlikte provalar, okumalar yapıp
duruyorlar."
"Gül ile çok iyi anlaşıyor. Eski arkadaşmış
sanırım onlar."
"Evet, öyle imiş. Ya da eski sevgili mi desek?
İnternetten baktım bir ara adları birlikte anılmış."
"Sen değil miydin magazin haberlerinin yüzde
doksanı uydurma diyen, niye eminmiş gibi konuşuyorsun."
"Çünkü, Ayşe abla, Emre'nin Gül'e aşkım
dediğini duymuş."
Ece gülmemek için kendisini zor tuttu. Olayın devamını
anlatmayan Ayşe ablasının çöpçatanlık yaptığını anlamıştı. Hiç bozuntuya
vermeden devam etti. "O zaman belki hala aşıklardır? Yakışıyorlar da?
Zaten Toprak ve Ece aşkı da aşıkların altından kalkacağı bir görsel şölen olur.
Sevindim."
Sinem içini çekip fısıltıyla yanıtladı. "Ben
de!"
Havuzdan çıkan Emre, şaşkınlıkla iki
kardeşe baktı. "Günaydın, kusura bakmayın görmedim sizi. Rahatsız
etmiyorum umarım?"
"Hayır, hiç rahatsız etmiyorsunuz. Biz de filmden
konuşuyorduk. Sinem de oynayacağı için ne kadar heyecanlı olduğunu
söylüyordu."
Sinem, ablasına küçük bir tokat atıp, gülerek konuştu.
"Benimle dalga geçme abla, buraya tatil için geldim, oynamak istememem
normal değil mi?" Olayın boyutlarını bilmeyenler için bu küçük de olsa bir
mazeretti.
"İnsanın ailesinin hikayesinde, üstelik kendi
evinde küçük bile olsa bir rolünün olması çok güzel bence. Oyunculuk konusunda
dilersen yardımcı oluruz. Gül de ben de elimizden geleni yaparız. Hatta oyuncu
koçu da olacaktır, o da destek verir."
Sinem, rahatlamıştı. Emre onun tanımamıştı. Zaten
dizide kısa süre kalmış, bu süre içinde de Emre'nin kendi seti
olduğu için büyük ihtimalle izlememişti. O bunları düşünürken Ece ablası
Emre'yi onun oyunculuk eğitimleri hakkında bilgilendirmişti bile. Tam dizisi
hakkında konuşacakken Sinem susturmak için "Ekin mi ağlıyor? Bir ses
duydum sanki!" dedi ve Ece'nin üstüne havlusunu sararak eve koşmasını
izledi.
"Sen oyuncu musun?" Kaç gündür
buradaydı ve kimse bundan bahsetmemişti. Polat bile! Üstelik aynı filmde
oynayacaklardı.
"Tiyatrocuyum. Lisede başladım, eğitimler aldım,
halen de devam ediyorum. Oyun da tatilde ben de..."
"Az önceki teklifim boşa mıydı? Olsun,
tiyatrocular için büyük oynarlar derler. Ben sana küçük oynamayı
öğretirim."Günlerdir uzak duruyordu ama şu an boşa çabaladığını, bir arada
olmak için her türlü fırsatı değerlendirmenin en doğru yol olduğunu
anlıyordu. tek yapması gereken ailenin güvenini sarsmamaktı.
"Belki büyük oynamak istiyorumdur."
"Belki ben sadece dersi bahane ediyorumdur!"
"Sıkıldın değil mi?"
Az önce düşündüklerini doğrular tavırlar ile
karşılaşmıştı bile. Büyük ihtimalle Gül'ün yanından yeni ayrılmış,
kendisi ile flört ediyordu. Bir iki dakika bile onun tavrına kanmış,
hareketlerinden etkilenmiş olduğu için kendisine kızdı.
"Sıkılmak mı? Niye?"
"Önemli değil. Neyse ben eve dönüyorum, çok iş
var. Sana iyi yüzmeler." Yerinden kalkıp bikinisinin üstüne uzun bir
elbise giydi. Havuzun olduğu yeri kimse görmese de o eve kadar yürüyecekti.
Modern bir köy olmaları, ortada bikiniyle dolaşmayı kaldıracakları anlamına
gelmiyordu. Zaten işçiler çoktan bağların arasına dağılmıştı bile.
Şezlongtaki havlusunu ve tişörtünü alan Emre, bir
yandan giyinirken bir yandan da konuşmaya başladı. "Ben de geliyorum.
Yürüyüş yormuş zaten. Serinledim, acıktım. Ayşe abla börek sözü vermişti."
"Evde sadece bizler varız, bitme tehlikesi
yok." Biraz rahatlamıştı. Yürüyüş bilgisi doğru olabilirdi. İlk
geldiğinde gerçekten çok terliydi.
"Ersin uyandıysa var!"
İlk biri iki metrenin suskunluğunu sorularla konuşma
açmaya çabalayan Emre bozdu. "Ablanlar gibi burada çalışmayı hiç
düşünmedin mi?"
"Tiyatro sezonu bitince gelip yardım ediyorum.
Sonrası yok. Ben tiyatro oyuncusu olmayı çok küçük yaştan beri istiyordum.
Başardım."
"Oyunlarına gelmek isterim."
"O biraz zor. Ankara'da grubumuz."
"Ankara mı? Ben İstanbul sanmıştım. Gerçekten zor
olur."
"Demiştim."
"İstanbul'da bir sürü tiyatro grubu var. Niye
gelmiyorsun?"
"Belki gelirim." Konuyu kapatmak istiyordu.
Emre ise yeni bir soru ile devam etti. "Ankara'da özel biri mi var?
Onun için mi bu kadar isteksizsin?" Ses tonu, vurgusu ve vücut dili soruyu
da özel yapmıştı.
Sinem, kısa bir an duraksadı, genç adamın yüzüne
baktı, sonra omuz silkti, "Belki vardır." Emre iyi bir
oyuncuydu. İstediği an sesine istediği etkiyi verebilmek için eğitim
almıştı. Sorusu da sadece muhabbet açmak için olmalıydı. O da yanıtı
verirken oyunculuğunu konuşturmuştu.
Emre, bu yanıtı pek sevmediğini hissediyordu. İlk önce
genç kadının iş bulma ihtimali daha yüksek olur diye sorduğunu düşünüyordu.
Fakat son yanıta verdiği tepki, sadece iş ile sınırlı olamazdı. Hiç
hoşlanmamıştı... Yolun kalan kısmını konuşmadan tamamladılar.
Aynı günün akşamı Emre odasından çıkıp her kattaki
antreleri gezerek ecza dolabı aradı. Başı ağrıyordu. Uzun zamandır ağrı çektiği
için yanında ilacı hep olurdu. Çantalarının altını üstüne getirmiş kutuyu
bulamamıştı. Arabasında yedek bir kutu olduğunu bildiği için araba anahtarları
da elindeydi. İki katta da ecza dolabı göremeyince mutfağa indi.
Sessiz olmaya çabalıyordu.
"İyi eğlenceler!"
Emre, şaşkınlıkla dönüp baktı. Sinem, mutfaktaki
divanda oturmuş, kahve içiyordu. Elindeki fincanı göstererek, "Uykun
kaçtıysa o pek yardımcı olmaz."
"Uykum kaçmadı, henüz yatmadım. Bu sezon
oynayacağımız oyunu seçmişler. Kitap uyarlaması olacak. Ben de okuyup genel
konuyu sindirmeye çalışıyorum."
"Ankara'da?"
"Evet, Ankara'da!"
"Anladım." Sonra elini alnına götürüp
şakaklarını sıktı. Ankara lafını duydukça başına ağrı saplanıyordu. Arkasını
dönüp arabasına gitmek için bir hamle yapmıştı ki yine Sinem konuştu.
"Evin anahtarını verdiler mi? Geç gelirsen sokakta kalma."
"Geç gelirsem mi? Nereye gittiğimi
sanıyorsun?"
"Arabanın anahtarı elinde olduğuna göre
eğleneceğin bir yerler bulmaya elbette."
"Ön yargılarını kendine sakla. Arabama kadar
gidip döneceğim." dedi ve sertçe çarpmamak için kendini tuttuğu
kapıyı yavaşça kapattı. Baş ağrısı artmıştı. Daha çok gecikirse sabaha kadar
uyumayacağını biliyordu. Sabah keyifli konuşanlar kendileri değilmiş gibi
şu an birbirlerine laf sokuyorlardı. Canı çok sıkılmıştı.
Torpido gözündeki kutuyu alıp kapıları kilitledikten
sonra temiz havayı içine çekti. Yıldızlar çok güzel parlıyordu. Geldiğinden
beri her gece odasının penceresinden yıldızları izliyordu. Yıllardır görmediği
kadar çok yıldız vardı. Havada hafif bir serinlik vardı. Ağrısının geçmesi
için ilacını almak zorunda olmasa eve girmeyi düşünmezdi bile. Şu an
girip bir kez daha atışmak istemiyordu. En iyisi daha önce gördüğü
bahçedeki çeşmelerden birinin yerini hatırlamaktı. Sinem onu niye
sinirlendiriyordu?
Oyuncu olduğunu anladıktan sonra kısa bir araştırma
yapmış, dizisini bulup sahnelerini izlemişti. Ne uzun yıllar tiyatro yapmış
duayenler gibi büyük oynuyor, ne dünkü güzellik yarışmalarının oyuncuları(!)
gibi sırıtıyordu. Doğal oyunculuğu gerçekten hoşuna gitmişti. Karşılıklı
oynamak isteyeceği kadar iyi bulmuştu. Ya bunu kendisi de biliyor ve bunun
ukalalığında tavırlı davranıyor, ya da gerçekten ününü hiç önemsemiyordu.
İkinci şık oyuncu olmak, bu sektörden para kazanmak isteyenler için hiç de
mantıklı değildi. Ona yaklaşması, baştan çıkartması, rol kapmak için çeşitli
oyunlar yapması gerekiyordu. O ise Ankara'da tiyatro oyunculuğu yapmayı tercih
ediyordu. Saçma... dedi, çeşmeyi nihayet bulmuştu. İlacını yuttuktan sonra
etkisini göstermesi için yarım saat kadar beklemesi gerektiğini biliyordu.
Bağların arasında dolaşarak bu süreyi geçirmek en iyisiydi.
Araba sesini duymayınca camdan ne yaptığını anlamaya
çalıştı. İki gün sonra düğün başlıyordu. İlk çekimler öncesi
eğlenmeye gideceğini düşünmüştü. Yolcu koltuğu tarafında oturmuş, iç
lambanın ışığında eğilip bir şeyler arıyordu. Ne yapıyordu bu adam? Gitmeyecek
miydi? Ön yargıları ile gerçekten gereksiz bir suçlama mı yapmıştı? Camdan
bakarken yine şakaklarını ovduğunu gördü. Başı mı ağrıyordu? Etrafına bakıp
yürümeye başladığını görünce o da evden çıkıp arkasından yürümeye başladı.
Bahçenin sonuna doğru yürüyordu. Nereye gideceğini merak ettiğini itiraf
etmeden takip etmeye başladı.
Emre, çeşmenin önünde ilacını içtiğinde adamın
gerçekten ağrısı olduğunu anlamış oldu. Yine sessizce arkasından yürümeye
devam etti. Gül'e mi gidiyordu? Öyle ise ne yapacaktı? Elbette sessizce geri
dönecekti. Niye takip ediyordu? Yanıtını veremeyeceği için soruyu hemen unuttu.
Bağların arasından yürümeye devam eden Emre bir süre sonra durup yine gökyüzüne
bakmaya başladı. O da baktı. Yine harika gözüküyordu yıldızlar. En çok
özlediği şeylerden biriydi. Emre yine yürümeye başlayınca o da takibe devam
etti. Adımları yavaşlamıştı. Bir yere gitmekten ziyade sakin bir yürüyüş
havasındaydı. Her an geri dönebileceğini düşünüp takibi bırakmak istedi. Sonra
vazgeçip adımlarını hızlandırdı. Artık bungalovların olduğu tarafa değil
bağların arasına doğru yürüyordu.
"Emre!" Fısıltıdan biraz yüksek bir sesle
seslenmişti. Genç adam duralamış, sonra yine yürümeye başlamıştı. Adımlarını
sıklaştırıp yetişen genç kız, kolunu tutunca şaşkın bakışlarını ona
çevirdi.
"Az önce sen mi seslendin?"
"Evet, korktun mu yoksa?"
"Gaipten sesler duyuyorum sandım. Seni evde
bırakmamış mıydım?"
"Özür borçlu olduğumu düşündüm. Çok ön yargılı
davrandım. Burada sıkılacağından çok eminim, emindim... yine aynı şeyi
yapıyorum. Gerçekten özür dilerim. Kendi fikirlerimle yargıladığım için, umarım
affedersin?"
"Sıkılmadım. Belki çok uzun süre kalınca
sıkılırım ama şu an tadını çıkartıyorum. Hatta, arada kaçacak bir yer olduğunu
bile düşünüyorum. Kış arasında, set yokken bu bakir sayılacak alanda dinlenmek
güzel gelecek, diye düşünüyorum. Sibel bir sürü broşür verdi elime. Düğün
hazırlıklarının yoğunluğunda işini hala özenle yapıyor olmasını çok takdir
ediyorum. Yani evet, önyargılısın. Fakat bu affedilmeyecek bir kabahat değil.
Bir daha olmasın, yeter."
İyi bir şey mi demişti? Yoksa lafları ile dövmüş
müydü? Tam rahatlama hissederken son duydukları ile yine gerilmişti. En azından
affetmişti. Şimdi rahatlıkla uyuyabilirdi.
"Teşekkür ederim. Bir daha olmaz!" Sonra
arkasını döndü ve eve doğru yürümeye başladı. Onun ne yapacağını çok merak etse
de oyalanmayacaktı.
"Bekle, ben de eve dönüyorum." diyen ses biraz
gülümseme yüklüydü.
Sinem, yanında sessizce yürüyen adamın yeniden
konuşmasını bekliyordu. En sonunda beklediği oldu.
"Tüm bu arazi babandan mı kaldı?"
Tarafsız bir konu!
"Hayır. Evin etrafındaki bağlar babamdan.
Diğerleri Ece ablamın çabalarının eseri."
"Ya Toprak? Onun da bağları varmış."
"Evet, eniştemin de babadan kalma yerleri var.
Onları bir süre ablam yönetti. O aralar eniştem sadece lokantası ile
ilgileniyor, köye gelmiyordu. amcasının ölümünden sonra sık gelmeye ve çocukluk
aşkının peşine düşmeye başladı."
"Senin de burada çocukluk aşkın var mı?"
"Benimki evli artık."
Yanıtın olumlu olması canını sıkmış, evli olması ise
rahatlatmıştı. En azından rakip değildi. "Öyle mi? Genç mi
evlendi?"
"Hayır, benden çok büyük. Toprak eniştemle
yaşıt."
"Tek taraflı bir aşk mıydı?"
"Elbette öyleydi. Mehmet Ali abiye hayrandım. İlk eşi
düşerek öldüğü için yıllarca köyde katil diye bakılan, ablamın ise sonsuz
güvendiği biridir. Ben de daha ilk evliliğini yapmadan ona aşıktım. Sanırım üç
yaşında ilk kez ona hayran hayran bakmış, sonra o beni kucağına alıp yanağımdan
öpünce çok utanmıştım."
"Üç yaşında mı? Seninki gerçekten çocukluk
aşkıymış!"
"Mehmet Ali abi, ikinci kez evlendi ve çok da
mutlu. Hiç bilmedi ona olan aşkımı. Ben de kalbime gömdüm."
"Unutmuşsun artık!"
"Anlamadım?"
"Yeni bir aşk yaşadığına göre unutmuşsun. Zaten
sağlıklısı da bu. Üç yaş çok küçük bir yaş." Hem ciddi ciddi yanıt
veriyor, hem de gülümsemesini saklamaya çabalıyordu.
"Senin albümünü karıştırmak lazım. Kim bilir kaç
kızı öptün küçücük yaşta."
"Çok vakit ayırman lazım, sanırım sekiz on tane
albüm var."
"Playboy demek yetersiz kalıyor
desene."
"Daha üstünü bulamadılar."
Sinem, yanıt vermedi. Söyleyecek söz bulamadı. Emre de
ukalaca verdiği yanıtın etkisini yok etmek için konuşmayı başka yöne
çevirdi. Zaten eve de yaklaşmışlardı. "Şaraptan anlar mısın?"
"Evet, bir başka aile işimiz."
"Yine Ece'nin kurduğu mu? Öyle okudum diye
anımsıyorum."
"Öyle. Ece, iş konusunda çok açık ve farklı
fikirleri olan biri. Abilerim hayretle takip ediyor. Biz ise onu
geçemeyeceğinin farkında olan ölümlüler olarak izinden gitmeyi tercih ettik.
Her an yeni bir iş kurabilir."
"Halanın kuru üzüm işini de üstlenecekmiş. Çok
yaşlanmış halan."
"Aaa benim haberim yok. Sen bile benden çok
biliyorsun."
"Polat anlattı. Toprak, lokantasında evsizlere
yemek veriyormuş. Galiba burada da onlardan çalışanlar varmış. Yeni birilerini
daha işe yerleştirmek istiyorlarmış. Kuru üzüm işini büyütecekmiş."
"Tipik Ece işte. Aklını daima böyle şeylere
yoruyor. Dünyayı yönetse, çok güzel bir gezegen olurduk."
"Köyün halinden belli. Böyle insanlara gerçekten
ihtiyaç var."
Sinem, ablasına olan hayranlığını kıskandığını
hissetti. Ece ile yarışmayacak kadar akıllıydı. Gerçekten onun gibi olamazdı
ama o da sanat yapıyor, bir şeyleri insanlara sanat yolu ile anlatmaya
çalışıyordu. Ne abileri gibi kuyum işine, ne Sibel gibi işletmeciliğe
ne de Ece gibi şimdilik altı ayrı işe yetişecek biri değildi. o farklıydı
ve ailesi onun bu farklılıklarını yanındaki adam gibi noksanlık olarak
görmüyordu. Kendisi de oyuncu olan birinin üretime merakı olmayın birini
aşağılaması hiç hoş değildi.
Farkında olmadan sert adımlarla eve yürümeye başladı.
Zaten mutfak kapısı üç dört metre ötesindeydi. Tam kapıya ulaştığı an kolundan
tutan Emre onu durdurdu.
"Ne oldu? Neye sinirlendin?"
"Ailenin en az üreteni olarak dolce vita hayatıma
geri dönmeye karar verdim. Gidip süt banyomu hazırlamalarını
söyleyeceğim."
Emre, gerçek bir şaşkınlıkla bakıyordu. "Az önce
önyargılarından kurtulmak için söz vermedin mi? Şimdi seni böyle bir şeyle
suçlayacağımı nasıl düşündün? Ablan gerçekten farklı biri. Keza
enişten de öyle. Onlar birbirlerine çok uygun. Bu hepimizin onlar gibi olacağı
anlamına gelmiyor. Bizler o çok çalışan, üreten, evine yorgun giden insanların
biraz eğlenmesini, günün dertlerini unutmasını sağlayacakları şeyleri yapan
insanlarız. Bizler de üretkeniz. Kendini onlardan aşağı görüyorsan bu benim
değil senin kabahatin. ne yaptığını anlamadan yapıyor olmanın suçlusu ben
değilim." Bu kadar sert cümleler kurmak istememişti ama söze başladıktan
sonra siniri iyice gerilmiş ve ağzından cümleler istemsizce dökülmüştü.
Genç kızın gözlerinde parıldayan göz yaşlarını görünce
kolunu bıraktı. Bir adım geri çekildi ve özür diledi. "Bu kadar ileri
gitmemeliydim. Yaptığım ile anladığın arasındaki farklar yüzünden biraz
sinirlendim. İkimizi de daha kötü bir duruma düşürmeden ben odama
çıkıyorum."
Sinem, hiç yanıt vermedi. Gitmesini değil sarılmasını
istediğini anlamak konuşmasını engellemişti.
Geç saatlere kadar uyku tutmayan Emre'nin, ertesi
sabah havuza erkenden gidip Sinem'i görme planları suya düşmüştü. Alt kattan
gelen İspanyolca ile karışık İngilizce konuşmaları duyduğunda son katın
merdivenlerindeydi. Bahsedilen konuklar iki gün gecikme ile gelmiş
olmalıydı. Mutfağa girdiğinde ilk gördüğü Sinem'i yanaklarından öpen esmer,
uzun boylu ve oldukça yakışıklı adam oldu. Midesinin yanmasının nedeni aç
olmasıydı. Başka bir nedeni olamazdı. Bir kadın ile bir erkek daha vardı. Onlar
da Hülya Hanım ve Ece ile konuşuyorlar, Ece akıcı bir İspanyolca ile
konuşmaları aktarıyordu. Her geçen dakika biraz daha şaşırtıyordu, Ece.
"Gel, Emre. Seni de tanıştırayım." diyen
Ece, kardeşinin hala Rafael'in kollarında olduğunu ve Emre'nin de
kitlenmiş şekilde ikiliye baktığını görüp gülümsedi. Bereketli toprakları
olduğunu biliyordu. Her konuda bereketliydi üstelik...
Sinem de nihayet uzaklaşmış, masanın etrafında yan
yana oturmuştu. Emre Ece'nin ve Toprağın iş yaptığı İspanyol aile ile tanıştıktan
sonra Ayşe hanım'ın hazırladığı kahvaltıdan bir iki lokma yemeye
çalıştı. Akşamki baş ağrısı geçmiş, midesindeki ise halen geçmemişti.
"Afiyet olsun." diyerek kalktı masadan.
Sinem, arkasından kısa bir an bakıp konuklarına döndü. Bir süre sonra ablası
ile çıkıp Sibel'e yardıma gitti. Bir sürü konuk geliyordu. Artık aklını
düğüne vermesi gerekiyordu.
Günün işleri tamamlanmış, havuzun yakınındaki
mangallar yakılmış, şaraplar açılmıştı. Yerlerdeki minderlerde yarı oturur,
yarı uzanmış konuklar bir yandan şarap yudumluyor, bir yandan da tabaklarındakileri yiyordu.
Bir arabanın farları kalabalığı aydınlattı. Gül
yerinden kalkıp araca doğru yürüdü. İçinden kırklı yaşların başında bir erkek
ve sekiz dokuz yaşlarında bir erkek çocuğu indi. Gül oturduğu yerden fırlamış ikisine
de sarılmıştı. Bir süre öyle durduktan sonra sadece erkeğe sarılıp
dudaklarına da küçük bir öpücük kondurdu. Onları izleyen Sinem, istemsizce
Emre'ye dönüp baktı. Genç adam yüzünde gülümseme ile manzarayı izliyordu.
Gül gelenleri tanıştırdığında gerçek bir şok yaşadı
Sinem. Evli olduğunu hiç tahmin etmemişti. Ayşe ablanın anlattıklarına
takılı kaldığını, ön yargılarından gerçekten kurtulamadığını anlıyordu.
Emre, yerinden kalkmış sıkıca sarılmıştı Gül'ün eşi
Kadir'e. "Geleceğini biliyordum. Muhteşem bir tatil olacak sizin
için. Tek yapmam gereken yumruklarından korunmam. Malum aramızda büyük bir aşk
var."
Gül, oğlunun kulaklarını kapatmaya çalışırken çocuk
başını çekip, "Offff anne, senin oyuncu olduğunu biliyorum, masuscuktan öpüşüyorsunuz.
Yeter artık ben büyüdüm." diye söylenerek etrafına bakınmaya
başladı.
"Gerçekten büyümüş." Arkasından bakan Gül,
şaşkınlık içindeydi. Sonra eşini herkesle tanıştırdı. En sonunda Emre'ye dönüp sordu. "Nereden
biliyordun ortaya çıkmaya ses etmeyeceğini?"
"Bir ara böyle bir şeyi konuşmuş olmalıyız.
Aklımda öyle kalmış."
Sinem, bulduğu ilk fırsatta Emre'ye bu evliliği ne
zamandır bildiğini sordu. Aldığı yanıt çok şaşırtıcıydı. Nikah şahitleriydi
Emre. 'Çok eski arkadaşız' açıklaması oturmuştu bir yere.
Polat ve Sibel yeni konuklarını da düğüne davet
ederken Ece'nin kızları da Gül'ün oğlunu aralarına almış konuşmaya
başlamıştı.
Nihayet düğün ile ilk çekim günü denk gelmişti. Tüm
hazırlıklar tamamdı. Güzel bir Denizli düğünü yaşatıyorlardı konuklarına.
Etrafta hem köyün gençleri hem Toprak'ın lokantasının garsonları dolaşıyor,
kalabalığa kaliteli hizmet sunuluyordu. Çekim ekibi ise bu sahnelerin hepsini
kayda alıyor, nereleri kullanacaklarına karar vermek için saklıyordu. Bazı
sahnelerde Emre ile Gül kullanılıyordu. Konuklar filmin bir parçası olmaktan
mutlu, günün tadını çıkartıyorlardı. Düğün zaten üç tam gün sürecek, dördüncü
gün sona erecekti.
İspanyol konuklar geldikleri gün mahzenleri ve
bağları gezmiş, bağ bozumundan önce ürünleri dallarında görmüştü. Ara sıra işi
bahane edip birbirlerine gidip gelmek adet olmuştu. İşi biten Rafael yine
soluğu Sinem'in yanında almış, kahkahalar eşliğinde sohbet etmiş, farkında
olmadan Emre'nin damarına bol bol basmıştı. Sinem bir iki kez onun
kendilerine ters ters baktığını görse de bunu kıskançlığa hiç yormamıştı.
İlk günün akşamı, geç saatlerde mutfak masasının
etrafında üç kız kardeş ve Emre kalmıştı. Belli ki kız kardeşlerin
konuşacakları vardı. İyi geceler diledikten sonra odasına çıktı. Soyunup
yatacakken cep telefonunun yanında olmadığını fark etti. Aşağıda unutmuş
olmalıydı. Yeniden alt kata indiğinde Ece'nin Sinem'e, sorduğu soru ile olduğu
yerde kaldı.
"Neler olduğunu anlatacak mısın artık? Başkaları
fark etmemiş olabilir ama senin çekim alanlarından köşe bucak kaçtığını görmek
beni çok şaşırtıyor. Sen televizyonda yer almak için tiyatroyu bile bırakmaya
niyetlenmiştin. Ne oldu? Niye bu kadar soğudun?"
"Yok bir şey. Zor geldi."
"Sinem, oyunculuk sana zor gelmez. Set
saatlerinin uzun olduğundan yakınıyordun ama herkesten önce sette olduğunu
bizzat biliyorum. Sorun ne? Ya bize gerçeği söylersin ya da..."
"Ya da ne? Beni neyle tehdit edeceksin?"
"Çok büyümüşsün, bulamadım bir şey."Ece
ile birlikte Sibel ve Sinem de güldü. Sinem'in sesindeki acı tonu
duyabiliyordu. Ne olmuştu gerçekten? Kendi sektörünün pisliklerini bilmemesi
mümkün değildi. Kendi adının da karıştığı onlarca sansasyonel olay vardı.
Yarısı yalan olsa da gerçek olanlar da hiç azımsanmıyordu. Reklam için
çabalayan, rol için kendini ortaya atan bir sürü genç kız ve erkek ile onların
bu isteklerinden faydalanan tipler... kendisini koruyan avukat annesi olmuştu.
Çok sağlam sözleşmeler imzalatmış, elini oğlunun üstünden uzun süre çekmemişti.
Aksi olsa neler yaşayacağını bilemiyordu.
Mutfakta ise ablalar kardeşlerini sıkıştırmaya devam
ediyordu. En sonunda Sinem, tek bir cümle ile durumu özetledi.
"…...... şerefsizin tekiydi. Rolüm bitirilmese
de ben ayrılacaktım."
Emre kendisine çok kızdı. İlk kelimeyi
anlamamıştı. Yönetmen mi demişti? Yoksa isim mi vermişti. Dizinin yönetmeninin
adına bakacaktı yine. Hangi pislik olduğunu anlayacaktı. Ya
oyuncuysa? Baş roldeki arkadaşıydı. Pek öyle pislik olarak bilmezdi ama bu Sinem'i beğenmiş
ve karşılık göremeyince pisleşmiş olma ihtimalini yok
etmiyordu. Sinirle yumruklarını sıktığını parmakları sızlayınca anladı.
Telefonunu orada bırakmayı göze alıp gerisin geri odasına çıktı. Tableti açıp
az önce merak ettiklerini tek tek inceledi. İsimleri aklına not ettikten
sonra uyumaya çabaladı. Neyse ki bulunduğu yerde iki üç saatlik uyku bile
dinlenmesine yetiyordu. Bu gece de uzun süre uykuya dalamayacağını biliyordu.
Emre, Toprak rolünde çok rahattı. Gerçek Toprak ile
tanışmış olmanın büyük etkisi vardı. Gül ile olan sahneleri de keyif
veriyordu. Tek sıkıntısı üç gündür Sinem'i doğru düzgün görmemiş
olmasıydı. İspanyol da kendisi kadar uzaktı. En azından bunu
biliyordu. Artık, Sinem'den çok hoşlandığını kabul etmişti. Neden hoşlandığı
kısmına yanıtı yoktu. Güzel, çekici, kültürlü, eğitimliydi ama bunlar
mıydı ondan hoşlanmasına neden olan şeyler? Yoksa neredeyse bir haftadır
köyde tıkılıp kalmış olması mı? Arabası yanındaydı. Tek yapacağı
eğleneceği bir yerlere gitmekti. Gitmeyi düşünmüyor oluşu ise ayrı olaydı. İş aynı
zamanda tatil gibi gelmişti.
Tüm köyde büyük bir telaş vardı. Bağ bozumu da
başlamıştı. Düğünün son günü çok eğlenceliydi. Herkes kendilerine ayrılmış
yerde üzüm topluyor, türküler onlara eşlik ediyordu. Gelin Sibel ile damat
Polat da onlarla birlikteydi. Toprak, ara sıra Ece'ye sarılıyor ve kendi
düğünlerinden bir şeyler anlatıyordu. Güneşe göre Gül ile Emre de çekim
yapıyordu. Rafael ise Sinem'e yakın yerlerde geziyordu. Üstelik bir
şeyler anlatıp Sinem'i devamlı güldürüyordu. Midesinin yanmalarının ne
açlıkla ne toklukla ilgisi olmadığını anlamıştı artık. O Sinem'i yanında
yabancı bir erkekle her gördüğünde aynı şeyleri hissediyordu. Hoşlandığını
belli edecek hiçbir şey yapmamıştı. Misafir olduğu evin kızına sarkıntılık
etmek en son yapmak isteyeceği şeydi. O bu kadar düşünceli davranırken diğer
adamın şansı artıyordu. Düğünden sonra gideceklerdi. Kendisi de evden ayrılıp
bungalovda kalabilir böylece şansını deneye bilirdi!
"Sen üzüm toplamıyor musun?"
"Topluyorum. Çekim yeni bitti. Sen olmak zor. Ne
çok adetiniz varmış. Bir sürü sahne çektik.Een kötüsü de hepsi
kullanılmayacak."
"Sana tecrübe oluyor işte."
"Anlamadım. Ne tecrübesi?"
Toprak, Emre'ye bir süre baktı, sonra gülerek
yanıtladı. "Düğün tecrübesi. Bir erkek bir çok kez evlenip, evlilik
sorumluluğu almayacağı ortamın tadını çıkartmalı."
"Evlilikten şikayet edecek son insansın diyordum.
Yanıldım mı?"
"Asla şikayet etmem. Yüz ömrüm olsa yüzünde de Ece ile
evli olmayı isterim." Toprak, bakışlarını karısına çevirmiş, bitmeyen bir
aşkla bakıyordu. Sonra yanındaki çocuklarına döndü bakışları. Kızlar Gül'ün
oğlu ile iyi anlaşmışlardı. Yine üçü bir aradaydı. Bu kez yanlarında Mehmet Ali'nin
oğlu da vardı. Kim bilir belki ileride yaşanacak aşkların çocuksu imzaları
atılıyordu şu an. Sonra yine yanındaki erkeğe döndü, "Boşa harcadığımı
düşündüğüm, yine de büyümek için kullandığım on yıl kaybı saymazsam, hayatımın
en doğru şeyiydi Ece'ye aşık olmak. Bağlar, atlar, şarap ve devamlı büyüyen bir
aile. Hepsi onunla gelen bir paket gibi..."
"Çok güzel bir ailen var. İnsanın imrenmemesi
mümkün değil. Hep mutlu olun."
"Teşekkür ederim. Elimizden geleni yapıyoruz. Kim
bilir seneye belki daha da kalabalık oluruz. Sinem var sırada. O da birinin
elinden tutup karşımıza damat olarak getirecektir. Abileri şehirde
yaşıyor. Evin büyük erkeği olarak damat konusunda son karar bana ait.
Büyük sorumluluk. Fakat, Sinem de Sibel gibi çok düzgün birini seçecek,
inanıyorum." Toprak, karşısında kıvranan genç erkeğe dikkatli
gözlerle bakıyordu. Her cümlede rengi atıyordu. Karısının gözlemi çok
yerindeydi!
Emre bir süre yanıt veremedi. gözünün önünde yaşanan
bir düğün vardı ve bir anda gelin değişmiş, Sinem yöresel gelinliğinin içinde
yüzü olmayan bir adamla evine doğru yürüyordu. Eli midesinin üstünde ileri geri
hareket ediyor, yanmayı yok edemiyordu. Toprak, "Ne oldu? Yediklerin mi
dokundu? Köy yemeklerine alışamadın mı daha?" diye sorarken kahkaha
atmamak için kendisini zor tutuyordu. "Ben sana soğuk soda
yollayayım, ancak hazmedersin" dedi uzaklaşırken. Sonra yanından geçtiği
Ece'ye sarıldı, yanağına küçük bir öpücük bıraktı. Bir şeyler söyledi ve
kahkaha atarak uzaklaştı. Ece de kocasının arkasından gülerek bakıyordu.
İlk çocuğun cinsiyetinin öğrenilmeye çalışıldığı
oyunda bittikten sonra misafirlerin son kalanları da dağılmıştı. İspanyollar da
akşam uçağı ile döneceğinden bir saate kadar yola çıkacaktı. Emre ise aynı
anlarda çekim yapıyordu. Şarap mahzeninin patlaması ertesi gün
çekilecekti. Patlamaya kadar olan sahneleri tamamlamak üzereydiler. Sinem
ile Rafael ne yapıyordu? Aklını işe veremiyordu. Aynı sahneyi kaçıncı
kez çektiklerinin bile farkında değildi. Yönetmen kes dediğinde oflayarak
tepkisini belli etti. Gül omzunu tutup, "Kafan nerede? Belki de soru
hatalı. Kalbin nerede mi desem?"
Yanıt veremezdi. Hangisinin nerede olduğunu kendisi de
bilmiyordu. En azından kalbinin yeri hakkında artık fikri yoktu.
Sinem, son konukları yolladıktan sonra biraz rahat
nefes almak istiyordu. Günler sonra havuza gitmeyi planladı. Odasından
çıktığında Emre ile burun buruna geldi.
"Senin çekimin yok muydu?"
"Çekemiyorum."
"Ne oldu? Işık mı?"
"Sen!"
"Ben mi? Ne olmuş bana?"
"Bilmiyorum. Sana bir şey oldu mu? Ben niye
buradayım? Niye bir türlü sahneyi oynayamıyorum?"
"İyi misin?"
"Hayır, değilim."
"Bilmece gibi konuşmayı kesip neyin var söyler
misin?"
"Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Bilmek
istiyorum ama nasıl yanıtlara ulaşacağımı bilmiyorum."
"Bilmek istediğini sor o zaman."
Haklıydı. En fazla olumsuz bir yanıt alır ve kendini
işine verirdi. Bundan önce nasıl işini hiçbir şey etkilememişse bundan sonra da
etkileyemeyecekti.
"Rafael kim?"
"Tanıyorsun ya, ablamın İspanyadan iş yaptığı
arkadaşının arkadaşı."
"Böyle olmadı, kendimi ifade edemedim. Rafael'in senin
hayatındaki yeri ne?"
"Ablamın arkada..."
"Senin hayatındaki yerini sordum, Sinem. Ablanın
olsa ona sorardım, ki niye ablana böyle bir şey sorayım?"
"şının arkadaşı..." Sinem cümlesine
kaldığı yerden devam etmişti. Emre kızsın mı gülsün mü rahatlasın mı karar
veremiyordu.
"O kadar mı?"Aldığı yanıta rağmen hala
kıskançlığını gizleyemeyen ve sorguya devam eden Emre, Sinem'in eline verdiği
kozun farkında bile değildi. Omzunu silken genç kız, "Şimdilik o
kadar!" diye tamamladı cümlesini.
"Ne demek şimdilik o kadar? İleri gitme,
şekil değiştirme ihtimali mi var? Ne konuştunuz gitmeden önce?"
"Bana gelirken nişan bohçası getireceğini, içinde
neler olması gerektiğini, İspanya'da adetlerin farklı olduğunu, hata yapmak
istemediğini söyledi."
Emre, tepesinden duman çıkmak üzere olduğunu
hissediyordu. Cümleleri duyuyor ama tam olarak algılayamıyordu. Nişan adetleri
nasıl farklıydı? Ne bohçası? Sinem'e dikkatli baktı. Gülüyordu. O kıskanırken,
Sinem karşısında gülüyordu.
"Çok kötüsün. Sen benimle dalga geçmeye utanmıyor
musun? Benim gibi ünlü biriyle?"
"Ününün burada sökmüyor, farkındasın. Ayrıca
karışma hakkını nerden buldun da bunları soruyorsun, onu da anlamadım. Annem
karışmıyor bu kadar."
"O hakkım var mı yok mu bilmiyorum ama son iki
saati senin yüzünden sahne tekrarı ile geçirdim. Ankara yetmedi bir de
İspanya... Bu arada soruma yanıt vermediğinin farkındayım. Geçiştiremezsin. Ne
konuştunuz?"
"Sadece vedalaştık. Rafael iyi bir
arkadaştır. Üstelik nişan konuşması da gerçekti. Nişanlanacak ve bizim
adetlerimiz ona değişik geldi. Düğün boyunca ona adetleri anlatıp durdum. Nişanlısı da
İspanyol olmasa Denizli düğünü yapacaktı."
Emre, o konuşurken rahatlamıştı. Arkadaşça
konuşmalarını yanlış anladığını kabul etmek, sebepsiz kıskançlıklar yaptığını
anlamak canını sıksa da halen terslenmemiş olmak umudunu arttırmıştı. Peki, tüm
bu hareketlerinin temelinde yatanı anlatacak mıydı? Ondan hoşlandığını
söyleyecek miydi? Yoksa kuru kıskançlık sanması için saçma cümleler mi
kuracaktı? Ne karşısındaki ne de kendisi aptaldı. Artık oyun
oynamayacaktı.
"Ankara? Orada kim var?"
"Tiyatro grubum. Söylemiştim."
"O kadar mı?"
"Sen, aynı cümleyi, aynı tonlama ile iki üç
dakika önce de sormadın mı? Kendini tekrara düşme."
"Yanıt?"
"O kadar elbette. Bak, İstanbul'da dizide rol
bulduğumda bile oyun akşamları sahnedeydim. Çok yorucu geçen üç ay sonunda her
ikisi de bitti. Yeni oyun için karar vermem gerekiyor. Dizideki rolüm devam
etseydi böyle bir ikilemde kalmayacak, tiyatroya ara verecektim. Yani Ankara
sadece işim için."
Tam zamanıydı, içindeki merak ile başa çıkması
gerekmiyordu. "Dizi ile ilgili bir sorun mu yaşadın? Ne zaman bahsetsen
yüzünde bir tiksinme oluyor. Polat da Ece de senin rolü zorla kabul ettiğinden
bahsetti. Sette sorun mu yaşadın?"
"Konuşmak istemiyorum."
"Yaşadın... Anlamak zor değil. Çok güzelsin. İlla birileri
peşine düştü değil mi? Bir sürü oyuncu geçinen tip yüzünden de kendini
anlatamadın. Hoş, niye anlatman gereksin? Karşındakinin senden yanıt alıp
alamayacağını çözmesi lazım..." Bir an sustu, kendi durumunu ölçtü,
ellerini saçlarından geçirip dağıttıktan sonra "saçmaladım!" dedi.
Sonra kısa bir an sustu ve yine devam etti. "Ben günlerdir çözmeye çabalıyorum.
Hiçbir şey anlamadım. Hatta Rafael'den mi hoşlanıyor acaba diye
kendimi yedim. O da değilse Ankara'da sevgilisi var dedim. O yüzden seni
anlamamış olmaları normal. Bak, hepimiz aynı pislik derecesinde değiliz.
Kimimiz daha az pislik. Yemin ediyorum ben bile göründüğüm kadar çapkın
değilim. Çoğu uydurma haber. Reklam olsun diye..."
"Sus artık. Ne çok söyleyeceğin şey varmış."
İçini çekip önce holdeki pencereden bağlara baktı. Sonra omuzlarını yukarı
kaldırdı, derin bir nefes alıp usulca verdi. "İş ile ilgili bir şey
anlatmayacağım. Haklısın beni anlamak çok kolay değildir. Fakat ne İspanya
ne Ankara ilgi alanımda değil. Hatta uzunca bir süre erkek sinek bile ilgi
alanıma giremez diyordum. Büyük konuşmamak lazımmış."
Emre, o ana kadar orta katın antresinde herkesin alt
kattan dinleyebileceği ortamda konuştuklarını fark etti. Uzanıp alt kata baktı.
Görünürde kimse yoktu. Yine de cama doğru çekti genç kızı.
"Şu an ne yer ne zaman müsait değil.
Kendime verdiğim söz ve ailemden aldığım terbiye beni engelliyor. Çekim bir
saate kadar biter. Sonra seni alıp köyün dışına... yok orası çok
uzak, sabredemem... evden biraz uzak ama baş başa kalacağımız bir
yere gidelim. Konuşuruz."
"Burada da konuşuyoruz. Ne gerek var
gitmeye?"
"Konuşmakla yetineceğimizi sanmıyorsun değil mi?
Seni kollarıma almak, öpmek istiyorum."
Sinem, gözlerine baktı. Samimiyetini ve isteğini
gözlerinden okuyordu. "Sana engel olan kim?"
"Bu ev. Ben burada yanlış bir hareket yapmak
istemiyorum. Hadi çıkalım."
Sinem, neredeyse kahkaha atacaktı. Az önceki isteği
yerine gerçek bir şaşkınlığa ve mutluluğa bırakmıştı. "Sen kimseye
söylemezsen ben de söylemem."
"Emin misin?"
"Biz altı kardeşiz. Abilerimin ve ablamın toplam
sekiz çocuğu var. Tavuklar da yumurtluyor. Üstelik daha bir hafta kadar önce
yeni bir tayımız oldu."
"Sinem, ne anlatıyorsun? Bize ne bunlardan?
Allah uzun ömür versin. Hadi çıkalım, sen farklı konularla unutturmak istesen
de ben seni öpmekten vazgeçmeyeceğim."
"Emre, bu ev cinselliği bilenlerin yaşadığı bir
ev. Alt tarafı öpüşeceğiz, yakalansak ne olur?"
"Bunu mu anlatmaya çabalıyordun? Tavukları bundan
mı anlattın?"
"Off öpmüyorsan ben havuza gidiyorum."
Tam merdivene dönecekken beline sarılan kollarla olduğu yerde kalmıştı.
"Asla gidemezsin. Madem sen söylemeyeceksin..." Başını çoktan eğip,
hazır bekleyen dudaklara dokunmuştu. İlk öpüşmenin yavaş, tanıyarak, tadarak
olmasını istemişti. Böylece Sinem'i de korkutmayacaktı. Sadece on saniye sonra
nerede olduklarını bile unutmuşlardı. Günlerdir süren görmezden gelmeler, uzak
durmalar hiçbir işe yaramamıştı. Dakikalarca süren öpüşme sırasında şortun
üstündeki penye sıyrılmış, bikininin örtmediği vücudunda gezinmeye başlayan
parmaklar baştan çıkartmıştı. O da aynı şeyleri erkeğe yapabilmek için
üstündeki kostüm gömleğinin düğmelerini açmış, elini içeriye sokmuştu. İkinci katın
merdiven boşluğundan neredeyse dumanlar yükselecekti. İkisinin de nerede
olduklarıyla ilgili mantıkları yok olmuştu. Merdivenin alt kısmından gelen
annesinin sesi ile kendine gelebildi. Hülya Hanım, Ayşe Hanım'a sesleniyordu.
İkisi de bu sesle dünyaya döndü.
Emre, alt kattan duyulmamak için kulağına fısıldıyordu. "Seni
havuzda gördüğüm andan beri bunun yaşanacağından emindim."
Sinem, bu cümle ile kendini geri çekti. Büyük bir hata
yapmıştı. Onun kim olduğunu unutmuş, gösterdiği ilgiye aldanmıştı. Elinin
altında ulaşabileceği tek kadın kendisiydi ve o da bu fırsatı değerlendirmişti. Daha
fazlasını ummak kendi hatasıydı.
"Tamam, istediğini yaptın. Artık ben yüzmeye
gidiyorum. Sen de ne istiyorsan onu yap. Ben sözümü tutacağım, kimseye bir şey
söylemeyeceğim. Umarım sen de bir an önce bungalova yerleşirsin." sonra
onun durdurmasına fırsat vermeden az önce elinden düştüğünü bile fark etmediği
havlusunu alıp hızla merdivenlerden indi.
Emre, şaşkın ve kızgındı. ne olmuştu? O kadar tutkuyla
paylaşılan öpücüklerin ardından bu tavrı nasıl yorumlayacaktı? Ünlü bir
oyuncuyu baştan çıkartarak çıkar mı sağlamak istiyordu? Ne kazanacaktı?
Fotoğrafçı yoktu ki adını duyursun! Yanlış şeyler düşündüğünün
farkında olup başını sallayarak üst kata çıktı. Havuza gidecek vakti yoktu. Set
onu bekliyordu. en kısa sürede kendine gelmeliydi. Hızlı bir duş işe yaradı.
Sonra düşünecek, denk geldiği anda da Sinem ile konuyu konuşacaktı. Ondan
gerçekten hoşlanıyordu. Bu kadar saçma bir şekilde evden kovulmak kabul edeceği
bir şey değildi. Çekimler bitene kadar orada kalacaktı.
Nihayet tüm set ekibi ve oyuncuların tümü oradaydı. At
binme sahneleri için çalışmalar başlamıştı. Emre de Gül de at binebiliyordu.
Çekimler süratle devam ederken Emre bir türlü istediği fırsatı
yakalayamamıştı. Üç gün süren koşturmanın ardından vaz geçmişti. O kaçtığı
sürece Emre'nin konuşması neyi değiştirecekti? Öpüştükleri günü düşünüp
duruyordu. Her seferinde kendine işkence yaptığını bilse de tüm konuşmaları ve
anımsayabildiği kadarıyla öpüşmesini tekrar tekrar yaşıyordu. işte o anlarında
Sinem'in kendisinin aksine hiç duygularından bahsetmediğini, hatta onun öpmek
istemesine güldüğünü de hatırlamıştı. Üçüncü gün vazgeçişinin arkasında tüm bu duygusal
karmaşa vardı.
Sinem, Halime rolü için hazırlanmıştı. Sahnesini
beklerken o da Emre ile yaşadıklarını düşünüyordu. Üç gündür bir türlü
Emre'yi göremediğini bir iki kez denk geldiklerinde ise yanlarına hemen birilerinin geldiğini
fark etmişti. Acaba konuşmak istiyor muydu? Yoksa çekip gidişine hala kızgın
mıydı? Düğün süresince bile daha çok görüşmüşlerdi. Gerçi çekimlerin başlaması,
ev sahibi olarak rolünün haricinde bir de ekibin rahatlığı ile ilgili çalışması
engel olmuştu karşılaşmalarına. Sibel ve Polat balayına çıkmasa da onlara
bu süre içinde çok az iş düşmesini sağlıyorlardı. Sinem, Pınar'ın ve Ece'nin
çalıştırdığı hastaların organizasyonlarını da ayarlıyordu. Sağlık, film çekimi
beklemeyeceğine göre! İşte tüm bunlar onu çok yoğun bir döneme sokmuştu. Emre
tüm bunları ya biliyor ya da ondan kaçtığını sanıyor olabilirdi.
Mutfakta çekim yapılacağı için o gün Ayşe abla izin
yapıyordu. Yemekleri Toprak'ın aşçısı hazırlayacaktı. Halime kostümleri ile
oturduğu yerden kalkıp her şeyin hazır olduğu sete yürüdü. Rolünü oynarken
etrafında olan her şeyden soyutlamış sadece işini yapıyordu. Uzakta durmuş onun
oyunculuğunu, tekrarlardaki sabrını, açılara göre her çekim için devamlılığı
sağlama çabasını izleyen bir göz ise bu halinin de çok güzel olduğunu
düşünüyordu.
On dakika sonra çalan telefonu yüzünden çekimi
izlemeyi bıraktı. Biraz uzaklaşıp yanıtladı. İstanbul'dan arayan oyuncu bir
arkadaşı çekimlerin nasıl gittiğini soruyordu.
"Çok iyi. Enfes bir yerdeyiz. İnsanın ömrü uzar.
Sen ne yapıyorsun?"
"Ne olsun, yaz dizisi çekiyoruz. Bu sıcak ve
nemde insan ne kadar rol yapabilirse o kadar oynuyoruz işte. Çok beğendiğine
göre etrafta güzel kızlar dolu sanırım."Arkadaşının sesi telefondan o
kadar yüksek geliyordu ki kulağından uzaklaştırıp hoparlör açık mı
diye kontrol etti. Değildi ama demek ki telefonla ilgili bir sorun vardı. Bir
iki adım daha uzaklaştı insanlardan. Bir yandan da yanıtlıyordu arkadaşını.
"Köy diyoruz sana. Tamam, şalvarlı falan bir iki
yaşlı haricinde pek kimseyi görmedim ama öyle fazla da kız yok. Hatta bir tane
var diyebilirim." Uzaklaştığı için Sinem'i göremiyordu. Sette neler
olduğunu bilmiyor, konuşmasına devam ediyordu.
"Eh o zaman o bir tane ile idare edeceksin!
Nasıl, güzel mi? Senin standartlarında mı?"
Standart? Gerçekten bir standartı var
mıydı? Varsa da o özelliklerin Sinem'de olmaması sadece hoşuna giderdi.
"Hayır, kesinlikle benim standartlarıma
uymuyor." Evet, bu yanıt çok doğruydu. Devam etmek yerine arkadaşına bir
iki gün önce sorduğu sorunun yanıtını beklediğini söyledi.
"Senin sorduğun dizi geçen hafta
bitmiş. Yönetmen kadın olduğu için sette çok sorun olmamış. Biraz oyuncular
arasında soğukluk varmış ama genelde kadın oyuncuların kaprisleri ile
sınırlıymış. Anlayacağın önemli bir şey olmamış. Bazı oyuncular diziden ayrılmış, sonra
da reytingler düşmüş, kanal da dizinin ipini çekmiş."
Anlamıştı. Tahmin ettiği gibiydi. "Teşekkürler.
Dönüşte görüşürüz."
"Görüşürüz derken? Bana güzel bir gece borcun
var, yaz kenara."
"Her zamanki yer yeter sana."
"Yeter tabii. Oranın müdavimleri mankenlere
taş çıkartıyor."
Emre telefonu kapatırken gülüyordu. Sinem ise
duyduklarından sonra oradan uzaklaşmayı istiyordu. Işıkla ilgili bir sorun
olmuş, çekim durmuştu. Aradan istifade dışarı çıkıp biraz yürümek istemiş ve bu
ilginç konuşmaya şahit olmuştu. Sorduğu neydi? Standartlarına uymayan kimdi?
Mankenlerden daha güzel olanlar ile görüşmeye devam edecek biri kafaya takmaya
değer miydi? Duyduklarından sonra eve dönmek üzereyken çok tanıdık bir isim
duydu. Az önceki telefon konuşması gibi karşı tarafın sesi
gelmiyordu. Tek taraflı konuşmayı dinlemek büyük ayıptı ama o isim ayıbı
unutturmuştu. Zaten bir tanesini dinlemişti. İkincisinden ne zarar
gelecekti?
"Sungur abi nasılsın?"
"….."
"Ben de iyiyim, Denizli'de bir köydeyim.
Film çekiyoruz. Yapımcı mı? Muzaffer abinin işi. Evet set güzel.
Senin dizi bitmiş! Üzüldüm."
"….."
"Öyle mi? O yapımdan hangi oyuncularla? Sen öyle
herkesle çalışmazsın. Biraz dişine göre olmalı."
"....."
"Tanımam mı abimi, biliyordum. Bana da bir rol
ayarlarsın artık. Tabii önce senaryoyu bir okurum. Ağır dramlar bana göre
değil. Yarı yolda bırakmak istemem abimi. Eee orada bir çıtır
vardı. Yeni oyuncu... neydi adı?" Kısa bir sessizlik sonrası dilinin
ucundaki ismi söyledi. "Sinem Kılıç! O olmayacak mı yeni işinde?"
Sinem, konuşmanın kalanını dinleme gereği duymadı.
Zaten iğrenç bir muhabbet dönüyordu. Buna bir de kendi adı karışmıştı. Emre'nin
en baştan beri oyun oynadığını anlamıştı. Neler yaşadığını bilerek yaklaşmıştı.
Hatta belki de ilk tanıştıkları an bir yerlerden tanıdığını söylemesi de
bu yüzdendi. Çok büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Konuşmak aradaki buzları
eritmek istemiş, konuşma çabalarının sonuçsuz kalmasından umutlanmıştı. Şimdi
ise peşinde olmasının tek nedeni sıkıntısı giderecek yatak arkadaşı aramasıydı.
Boşa köy dışına gidelim dememişti. Üstü açılmamış küfürleri sıralayarak
bağların arasında dolaşıyordu. Ece ile burun buruna gelmesi kaçınılmazdı.
"Kime kızdın bu kadar?"
"Ne? Kim? Ben mi? Yok kızmadım."
"Onun için mi hiç duymadığım küfürleri bile
sıralıyorsun? Kim delirtti seni?"
"Abla, hiç konuşacak havada değilim. Çekil
yolumdan biraz yürüyeyim."
"Sen yoluma çıktın, yürü git, tüm bağı karışla.
Sakinleşmeden dönme."Ece, kendisi ile derdini paylaşmak yerine yürümeyi
isteyen kardeşine kızmıştı. Başındaki yemeninin uçlarını çekiştirerek
üzümlerine döndüğü an Sinem hatasını anladı.
"Özür dilerim abla. Sadece ne kadar salak
olduğumu başkasının bilmesini istemiyorum."
"Aileler ne kadar salak olduğumuzu konuşmaya yarar.
Hadi gel, otur yanıma, toprak alsın elektriğini."
"Alsın. Set var ama yok, ben bu halde Halime'yi
değil katili oynarım ancak."
"Halime sana yakıştı. Hadi anlat
salaklığını."
"Anlatmayayım. O kadar uzun ki. Şimdi sadece
yanında oturayım. Akşam gelirim konuşuruz. Şu an normal cümle bile kurmak çok
zor."
Ece, kardeşinin omzuna attığı koluyla onu kendisine
iyice yaklaştırdı. "Oturalım canım. Emin ol akşama hepsini anlattıracağım
ama şimdi oturalım ve dinlenelim."
Sinem, boş gözlerle bağlara bakıyordu. Üzümlerin çoğu
toplanmıştı. Hiç bitmeyen bir iş döngüsü vardı. O hep uzaktan bakmıştı. İlkay
ve Eren abilerinin de bağlarla pek ilgisi yoktu. Ama Ece ablasının sevgisi
hepsinin hayatına maddi olanak olarak geri dönüyordu. Yeni bağlar alıyor, yeni
ürünler ekiyor, şarap denemeleri yapıyordu. At yetiştiriyor, yarışlara at
sokuyor, aygırları ile damızlıkları aşılatıyordu. Hippoterapi uzmanlarını
çiftliğe getirtmiş, bir sürü hastayı tedavi etmelerine olanak sağlamıştı. Kendisi
ise sadece oyuncu olmak istemişti. Onu yapmasına bile izin vermiyorlardı. Adi
insanların ortasında kalmıştı. Gözlerinden yaşların süzüldüğünü fark etmiyordu.
Ece, başındaki yemeninin ucu ile gözlerini silince, ablasına çevirdi
gözlerini.
"Yoruluyor musun?"
"Hem de çok."
"Bir yardımcı ister misin?"
"Çok yardımcım var."
"Sibel, çok hareketli bir yaşama başlamış. Bana
da uygun bir şeyler bulur musun?"
"Köyde kalıp bana yardım mı etmek
istiyorsun?"
"Evet, artık ben de burada kalayım diyorum.
Oyunculuk hevesimi yeterince tatmin ettim. Bak film de yaptım. Baş rol değil
ama kimin umurunda?"
"Tamam canım, yardımcı olursun tabii. Akşama gel,
seni köye döndüren dertlerini biraz deşelim."
"Tamam. Ben sete döneyim. Sorun
çözülmüştür."
Sinem, yavaş yürürken bir yandan da gözlerinden
süzülen yaşları siliyordu. Her şey üst üste gelmişti. Emre'nin standartlarından
bahsetmesi ve köyde olan tek genç kızın o standartlara uymuyor oluşu canını
sıkmıştı. Tamam, çapkındı... Tamam kendisi de manken güzelliğinde değildi. Ama
bu kadar aşağılaması gerekmiyordu. Film biter bitmez gece hayatına geri
döneceğini söylemesi de sinir bozucuydu. Zaten öyle yapacağını tahmin ediyordu.
Yine de bunu duymak ağır gelmişti.
En sonunda da yapımcıyı araması ve onunla kendi
hakkında konuşması! Kendisinin basit biri olduğunu mu sanıyordu? O adamın
pislik olduğunu ve set boyunca sözlü tacizlerinin hiç bitmediğini, setten
ayrılmadığını bilmeyen yoktu. Başka oyunculara da benzer tavırlar sergiliyor,
çoğundan da onay alıyordu. Sinem ile ters düşmesi ve işlerine engel olacağını
söyleyip tehdit etmesi kabul edilir gibi değildi. Yanında cep telefonu olsa tüm
o konuşmayı kayıt edebilirdi. Ama setteydi ve çantasındaki telefonu metrelerce
uzaktaydı. Şimdi ise aşık olmaya başladığı... hayır...aşık olduğu adam o
pislikle aynı seviyede olduğunu ispatlamıştı. Onunla çalışmak isteyecek kadar
düşmüş müydü? Yoksa o da sette böyle tacizler mi yapıyordu?
Midesi bulanınca kısa bir an durdu. Elini midesine
bastırıp bulantının hafiflemesini bekledi. Tam yürüyeceği sırada Emre'nin
sesini duydu. Kendisine sesleniyordu. Bağların arasından yürüyordu. Yetişmesini
engelleyecek kadar hızlı adımlarla eve ulaştı. Terlemiş, makyajının tazelenmesi
gerekmişti. Tek avuntusu Emre ile yüzleşmek zorunda kalmamasıydı. Tüm
duyduklarını yüzüne haykırmak istiyordu. Terbiyesiz, adi adamla aynı masaya
oturmak bile artık içinin almayacağı bir şeydi.
Emre, genç kızın koşturmasının ardından daha azla
zorlamamak için yavaşladı. Koluna dokunan bir el ile yanında duran kişiye
döndü. Sinem'in bir kaç yaş daha büyük kopyası Ece ile burun buruna
geldi.
"Konuşalım mı?" diyen Ece'ye baktı kısa bir
süre. Sonra onun da arkasında duran Toprak'ı gördü. onların son günlerdeki
cümlelerinden bir şeyleri anladıklarını zaten tahmin ediyordu.
Kabullenmiş şekilde "Konuşalım." dedi ve üçü birlikte Ece
ile Toprak'ın evine doğru yürümeye başladı.
Çekim, belirtilenden uzun sürmüş, evin
içinde daha sonra için planlanan iki sahne daha çekilmişti. Şikayetçi olacağına
ablası ile konuşması gecikiyor diye sevinmişti. Söz vermiş olmasa çoktan
vazgeçecekti. Saat dokuzu geçiyordu yeni evin önüne geldiğinde. Konukların
büyük kısmı havuzun etrafındaki minderlere uzanmış, küçük ateşin kıvılcımlarını
izliyor ve konuşuyorlardı. Ece ablasını ortalıkta göremeyince eve girdi.
Çalışma masasının başında hesaplarla uğraşıyordu. ayaklarını neredeyse sürüyerek
yanına gitti.
"Gelmeyeceksin sanmıştım."
"Çekim uzadı. Konuşmak ve rahatlamak
istiyorum."
"Tamam, biz bizeyiz. Çocuklar uyudu. Toprak da
konukların yanına çıkacaktı. Hadi anlat."
Sinem, diziye başladıktan iki hafta sonra başlayan
tacizi, karşılık bulamayınca tehdide dönen konuşmaları ablasına
anlattı. Konudan abilerine ve eniştesine bahsetmemesini de sık sık
tembihledi.
Ece, yapımcının adını not etti. Sakin şekilde dinlemek
için kendisini zorluyordu. Kardeşinin sinirlerinin ne kadar bozuk olduğunu
titreyen sesinden ve sık sık dolan gözlerinden anlıyordu. Söyleyecekleri bitmiş
şekilde arkasına yaslandıktan sonra Ece gözlerini gözlerine dikip oturdu.
"Bana niye öyle bakıyorsun?"
"Devam etmeni bekliyorum."
"Anlattım hepsini."
"Sen bir ay önce bitmiş olan bir konudan
bahsediyorsun. İnsan bir ay önce yaşadığı olaya bugün öyle bir tepki
vermez. Bugün ne oldu?"
"Hiçbir şey olmadı."
"Ablaya yalan söylenmez. Hadi anlat neler
oluyor?"
Sinem, kaçışının olmadığını biliyordu. Çocukken de
böyle ısrarla ağızlarından laf alırdı.
"Neler olduğunu ben de tam olarak bilmiyorum.
Sadece arkamdan konuşulanlara tahammül edemiyorum. Düzgün insan sandıklarımın
pisliklerin yakın arkadaşı çıkınca deliriyorum. Anlayacağın hayal kırıklıklarım
var."
"O hepimizde var. Şimdi kim seni böyle hayal
kırıklığına uğrattı onu söyle."
"Boş ver abla. Bu kadar konuşmak bile beni
rahatlattı. Şimdi gidip uyuyayım."
"Bu kadar erken uyunmaz. Sabah dörtte kalkacağım
halde ben bile yatmıyorum. Gel birer kadeh şarap içelim. Bak eniştenin sürprizi
var konuklara."
"Çoğu setten insanlar. Ne sürpriz yapacak
onlara?"
"Ateş yakmıştı ya. Yine romantik saatleri
başlayacak. Gitar çalmak istiyormuş."
"İşte bu çok iyi gelecek."
On dakika sonra pişman olmuştu bile. Eniştesi
karısının gözlerinin içine bakarak peş peşe aşk şarkıları söylüyor,
etraftakiler de onlara eşlik ediyordu. Emre ortalıkta yoktu. Olmaması
rahatlatmalıydı. Burada olsa o şarkılar daha da canını yakacaktı. Hem o pislik
heriflerle arkadaşlık ettiğine göre şu an odasında belki de program
yapıyordu. Mutlaka izin günleri olacak, o günlerde de İstanbul'a gidecekti.
Evet, kesinlikle o günlerin planını yapıyor olmalıydı. Gündüzden başlamıştı
planlarına. Düşünceleri ile iyice karamsarlığa kapılmıştı.
Kulağına yeni bir gitar sesi gelince başka kim çalıyor
diye kafasını kaldırdı. Toprak'ın sağına Emre, soluna Gül oturmuş, ikisi
de kucaklarındaki gitarları çalıyor ve şarkılara eşlik ediyorlardı. Az önce
düşündüklerini yapmıyor diye sevinmesi mi, hiç üzgün olmayıp eğleniyor diye
sinirlenmesi mi gerektiğine karar veremiyordu. Üçlü şarkılara devam ederken
Gül, kocasına bakıyor, kocası da ona elindeki kadehi kaldırarak selam
veriyordu. Emre ise başını kaldırmadan çalıyor, kimse ile ilgilenmiyordu. Bir
saate yakın devam eden mini konsere konuklar da eşlik ediyor, set
görevlilerinden sesi güzel olanlar farklı şarkılar söylüyorlardı. Herkes
keyifliydi. Bir kişi hariç. Sinem, ablasına el sallayıp eve doğru yürümeye
başladı. Daha fazla kalıp kendine eziyet etmeyecekti.
Toprak, yanında oturan Emre'nin Sinem gider gitmez tüm
neşesinin kaçtığını fark etmişti.
"Konuşamadınız mı daha?"
"Hayır. İnatçı."
"Ablası gibi."
"Kök söktürecek bana!"
"Ablası gibi."
Emre, Toprak ile konuşurken rahatlıyordu. Kızlara
babalık da yapan eniştelerinin yorumları abilerinden daha önemliydi. İki abisinin
de şehir merkezinde yaşıyor olması Toprak'ı köyde daha fazla söz
sahibi yapmıştı. Verdiği yanıtlardan sonra Emre gülümseyerek yüzüne
baktı.
"Aşkı ve huzuru verecek bana."
"Ablası gibi..."Toprak, bir eliyle genç
adamın dizine vurdu. "Benim gibi yıllarca bekleme. Konuş ve şu
kaçmasının ardındaki sırrı çöz."
"Beklemeye hiç niyetim yok. Kaç kişiye böyle bir
ortamda birisini tanımak nasip olur? Şanslıyım ve bunu değerlendirirken arkamda
çok sağlam destekçilerim var. Teşekkür ederim."
"Ece konuştu seninle değil mi?"
"Evet, az önce anlattı. Zaten tahmin etmiştim ama
kesin bilgiye dönüştü." Bir süre sustu. "Sizin gördüğünüzü o niye
görmüyor?"
"Sen görüyor musun? Onun hareketlerini izlerken
düşündüklerinin doğru olduğunu düşünüyorsun ve bunların çoğu kötü sonuçlara
yönlendiriyor seni. Haksız mıyım?"
"Hayır, haklısın. Mesela şimdi beynim patlıyor.
Niye gitti? Herkes oturuyor, bir o kalktı gitti."
"Sence niye gitti?"
"Benim olduğum yerde durmak istemiyor. Çünkü bana
kızgın."
"Ya da?"
"Ya da... Çok üzgün."
"Niye üzgün olsun?"
"Duygularını karşılıksız sandığı için!"
"Bak işte bu resmi doğru görmek. Ama hepimiz önce
kötüsünü düşünüyoruz. O da aynısını yaptı."
"Hayat tecrübesi mesleki tecrübeden çok
farklı."
"Aşk tecrübesi diyelim."
"Teşekkür ederim."
Ertesi sabahı beklemeyecekti. Odasının altından
süzülen ışığı görüp kapısını tıklattı. Kapı aralandığında gözleri buğulanmış
Sinem ile göz göze geldi.
"Biraz konuşabilir miyiz?"
"Yarın konuşuruz."
"Benden kaçacağın bir sürü olayın alacağını
biliyorsun yarın. O yüzden şimdi konuşmak istiyorum. Hadi gel
buraya da konuşalım."
Sinem, merdiven boşluğunda konuşurlarsa
Ersin'in ya da annesinin duyabileceğini biliyordu. Odaya çağırması yanlış
düşünmesine neden olabilirdi.
"Herkesin duyabileceği bir yerde konuşmayalım.
Yarın söz konuşacağım."
"İçeride konuşalım."
"Olmaz."
"Bak, en küçük bir taşkınlığım olursa bağırman
beni köyden tüfekle kovalamalarına yeter.O yüzden rahat ol,
konuşalım."
Kenara çekilip odaya girmesine izin verdi. Pisliğini
yüzüne vuracak ve kovacaktı odasından.
"Neden kaçıyorsun benden?"
"Kaçmıyorum, uzak duruyorum."
"Olayı hafifletme. Geçen gün öpüştükten sonra
değiştin. Benim çok büyük tutku ve heyecan hissettiğim öpüşme seni benden
soğuttu mu?"
"Beni görür görmez istediğin tek şeyin beni öpmek
olması sence çok normal bir şey mi?"
"Elbette normal."
"Yani, basit bir köylü kızını öpeyim de mutlu
olsun, ben de gönül eğlendiririm mi dedin?"
Emre, şoke olmuştu. Toprak az önce tam da bunu
anlatmıştı. O kadar yanlış anlaşılmıştı ki canı yanmıştı.
"Bunu düşünmüş olamazsın değil mi? Benim
söylediğimden bu anlamı çıkartmış olamazsın!"
"Tam da bu anlam çıkıyor."
"Sen bunu düşündükten sonra her hareketim seni
zaten rahatsız etmiştir. Özür dilerim. Gece gece rahatsız ettim." Ece ve
Toprak yanılıyordu. Bu kadar güvensiz bir ilişki zaten başlamadan bitmiş
demekti. Sinem de aynısını düşünüyor olmalıydı ki odasının kapısını açıp
çıkmasını bekledi. Tam önünden geçerken de konuşmaya başladı.
"Tamam, iyi geceler. Yarından sonra üç gün repo
varmış. Arkadaşlarını ara da sana 'mekanınızda, standartlarına uygun' birini
ayarlasınlar. Çok sıkıldın burada."
Emre, kapıdan çıkmak yerine biraz sertçe kapattı
kapıyı.
"Gizli gizli konuşma mı dinliyorsun? Sana
kimse başkalarının konuşmalarını gizlice dinlersen kendin hakkında
kötü sözler duyacağını söylemedi mi?"
"Duydum ve sözü tecrübe etmiş oldum."
İçini çeken Emre, onun umursamadığını düşünüp yeniden
hayal kırıklığı yaşamaya başlamıştı. Tam elini kapı tokmağına uzatmışken
Toprak'ın dediklerini anımsadı. Ya bu cümlelerin ardında başka anlam varsa?
Ya o cümleleri duyup kıskandıysa? Gurur mu yapacaktı? Şimdi burada
konuşulanlar eğer istediği gibi sonuçlanmazsa en kötü ikisi arasında kalan bir
konuşma olacaktı. Sinem özel hayatını ortaya serecek biri değildi. Ece ablasına
bile kendisinden hiç bahsetmemişti. Derin bir nefes aldı. Elini uzatıp Sinem'in
kaçırmaya çabaladığı ellerini tuttu.
"Arkadaşım iki şey sordu bana. Birincisi burada güzel
kızlar var mı sorusuydu. Var demedim. Çünkü onun yapacağı çirkin muhabbete seni
gıyabında bile dahil etmeyi aklımın ucundan geçirmedim. İmaları ile
sinirimi bozacağını biliyordum. Benim standartlarımdan bahsetmesi ise tamamen
belli amaç için hayatıma giren ve aynı hızla çıkan kadınlara benzer birisinin
olup olmamasıydı. Yine aynı nedenle çenesini kapatmak için yanıt verdim. Sana
kimsenin kötü bir söz söylemesine tahammül edemem. Anlıyor musun?"
Sinem, ya gerçek bir oyuncu performansı izliyordu ya
da gerçekten samimi bir şekilde kendisini anlatan bir adamı dinliyordu. Az önce
kurtarmaya çalıştığı elleri artık daha yumuşak duruyordu o avuçlarda. Hatta
bıraksa sarılacaktı ama hala kaçacağını sanıyor ve tutuyordu ellerini
Emre.
"Sungur?"
"O şerefsizle henüz hesaplaşmaya
başlamadım."
"Ondan iş istiyordun. Şimdi bana kızıyormuş gibi konuşma.
Abi diyordun. Duydum seni."
"Ben o sapık köpekle yan yana koltukta bile
oturmam. Dizi setinden bilgileri alınca zaten tahmin ettiğimi iki basit soru
ile onun ağzından aldım. Seni tehdit etti değil mi? İlk değilsin, eminim son da
olmayacaksın. Şu an ne yapabilirim bilmiyorum ama elimden geleni yapıp onun
ipliğini pazara çıkartacağım."
"O pislik, şerefsiz yaratık yüzünden iş
bulamayacağım. Onun yaptıkları..."
"Ne? Ne yaptı sana? Yoksa... Sinem, sana tecavüz
mü etti? Ah ben onu parçalarım. Ölümü elimden olacak." Emre o kadar
sinirlenmişti ki Sinem şaşkın gözlerini ondan alamıyordu.
"Hayır, hayır inan öyle bir şey yok. Sarkıntılık
da bir nevi haklarıma tecavüz ama sözlerden öteye bir şey yapamadı."
Emre, genç kıza sarılmış kendi göğsüne yaslamış,
sımsıkı tutuyordu. Fısıltıyla lanetler okuyor, seni mahvedeceğim,
diyordu.
Sinem de kollarını beline sarıp anın tadını
çıkartıyordu. Emre'yi yanlış anladığını biliyor, ona güveniyordu. Emre
nihayet belindeki kolların, göğsüne yaslanmış başı fark edebildi. Sinem de ona
sarılıyordu! Üstelik beli belirsiz öpücükler mi konduruyordu göğsüne? İçinde
yükselen istekle sımsıkı sarılıp öpmeye başladı. Dakikalar sonra biraz
uzaklaştı. Gözlerinde aşkla bakan Sinem'e, "Senden çok hoşlandığımı
söylemiştim, hatırlıyorsun değil mi?" diye sordu.
"Evet"
"Doğru cümle şu olacaktı. Seni ilk gördüğüm an
aşık oldum. Daha iki haftadır tanıyoruz birbirimizi. Film bitene kadar
buradayım ve hemen üst kattaki odada kalmaya devam edecek, annenle, kardeşinle
ve büyüklerinle bol bol zaman geçirip hepinizi daha yakından tanıyacağım. Sen
de benim nasıl biri olduğumu anlayacak, o magazin haberlerinin en azından bir
kısmının yalan olduğunu göreceksin. Ne diyorsun? Bir ilişkiye var mısın?
Çıkmak gibi olamayacağı için ne diyeceğimi bilemedim. Sadece evet de ve huzurla
uyuyalım."
Sinem, başını yaslandığı göğüsten kaldırdı. Emre'nin
gözlerine baktı. Sonra parmak uçlarında kalkıp dudaklarına küçük bir öpücük
bıraktı. Tam ayaklarının üstüne inecekti ki belindeki kollar sıkıca sarıp
başladığı işi devam ettirdi. Nihayet dakikalar sonra şiş dudaklarını
ıslatıp zorlukla yanıt verebildi Sinem. "Evet, varım."
Aynı gece, sabaha kadar ikisi de uyumak yerine evin
bahçesinde oturmuş, yıldızları izlemiş, kayan yıldızlara bakıp dilek tutup
sonra da bilimsel açıklamalarla birbirlerini kızdırmışlardı. Ama tüm bu süre
içinde elleri birbirlerinden hiç kopmamıştı.
İlk tanıştıkları günün üstünden tam bir ay geçmişti.
Son çekim günüydü. Halime sahneleri çoktan bitmiş, Yakışıklı ile çekilecek
sahneler kalmıştı. Gül, sabah yönetmenle toplantı istemişti. Hamileydi. Ece üç
hamileliğinde de at binmişti ama Gül korkuyordu. Çünkü sahnenin sonunda attan
atlaması gerekiyordu. Yönetmen Sinem'i çağırmış ve uzak sahneleri onun
çekmesini rica etmişti. Basit bir sahneydi. Sadece sonunda at üstünden
düşüyormuş gibi atlayacaktı. Sinem, gülümseyerek Gül'ün kostümlerini giymiş ve gelmişti. Artık sette
olmaktan, yönetmenin yanında işleri takip etmekten büyük zevk alıyordu.
Yakışıklı ile önce bir iki tur atmış, bir sürü sahne
doğal ışıkta çekilmişti. Artık düşme sahnesine sıra gelmişti. Çekimi Emre
de izliyordu. Mümkün olduğunca az tekrar ile çekip bitirmek için hazırlıklarını
tamamladılar. Düşeceği yerler ayarlandı, çekime geçildi. İlk iki düşüşte doğallığı
veremediğini biliyordu. Üçüncü çekim için yeniden ata binip gerekli hareketleri
tekrarladı. Attan düşeceği yere gelirken aklındakini yapabileceğine inanıyordu.
Şaha kalkan at ile onun düşüşü son derece uyumlu olmuştu. Bu kez başardığını
bilmenin rahatlığı ile yattığı yerden kalkmadı.
Bir anda başında Emre'yi buldu. Panikle bakıyor,
nabzını kontrol ediyordu.
"Ne oldu? Niye öyle davranıyorsun?"
"Off Sinem, ömrüm gitti. Sana bir şey oldu
sandım. Niye hareket etmiyorsun?"
"Özür di..." Sözünü bitiremeden Emre
onu öpmeye başladı. Etraflarında olan en az yirmi kişiyi zerre umursamıyordu.
"Öldün sandım. O kadar korktum ki, ömrümden ömür gitti. Beni bu kadar
korkutmaya ne hakkın var?"
"Yumuşacık yere, çok uygun şekilde düştüm.
Gerçekten hiçbir şey olmadı." Yerinden kalkmak istediğinde Emre onu
kucağına alıp öyle doğrulmuştu.
"Herkes bize bakıyor, farkında mısın?"
"Baksınlar. Nasılsa hepsi düğünde bulunacak."
"Hangi düğün?"
"Bizim düğünümüz elbette."
"Ben teklif aldım mı şimdi?"
"Dizimin üstünde mi teklif etmeliyim?"
"Asla..."
"O zaman, şöyle diyeyim. O gece yıldızları
izlerken kayan yıldızdan seni diledim. Dileğimin olmaması mümkün değil. Ne de
olsa egom bana hayır demene izin vermeyecek."
"Dene bakalım ne diyorum sana!"
"Sakın... beni yeterince üzdün. Az önce de aklımı
aldın. Böyle sözler söyleyip erken yaşlandırma. Seni seviyorum ve bir an önce
evlenmek istiyorum. Benimle evlenir misin?"
"Evet, evlenirim ama egon yüzünden değil. Seni
çok sevdiğim için..."
Polat, Sibel, Gül ve eşi, Emre ve Sinem...
Ece, hepsini toplamış ellerine içecekleri ile
birlikte birer dosya veriyordu. Herkes fincanlarını, bardaklarını
sehpalara bırakıp üstünde 'Yeni İşimiz' yazan dosyaları açmaya
başladı.
Toprak, sol omzunu ahşap sütuna yaslamış, karısının
parlayan yüzüne bakıyordu. Sözünü tutmuştu Ece. Üç çocuk doğurmuş ama hep eski
kilosuna dönmüştü. ,ilk günkü kadar çok seviyordu karısını. Sonra,
sıra ile yeni kardeşi Polat'a çevirdi bakışlarını. Sibel de eğilmiş kocasının
elindeki dosyaya bakıyordu. Şaşkınlıkla bir kağıtlara bir Ece'ye bakan ikili
diğerlerinin kopyası gibiydi. Gül ve eşi şaşkınlıkla önce Ece'ye sonra
birbirlerine sonra yine Ece'ye bakıyorlardı. Emre, dosyayı Sinem'in eline tutuşturmuş odada
oturanlara tek tek bakışlarını çeviriyordu. En son bakışlarını Toprak'a
çevirdi ve onun elindeki kahve fincanı ile kendisini selamlamasına başı ile
yanıt verdi.
Ece, herkesin ilk incelemesi bitip yüzlerinde olumlu
ifadeler oluşunca konuşmaya başladı.
"Yeni işler bulmayı seviyorum. Fakat bu kez ben
ortak olmayacağım. Hiç anlamıyorum, hatta izlemeye fırsat bulamadığım bir sürü
diziniz var. Üzgünüm. Ne diyordum? Tamam, şimdi siz buradakiler ister hepiniz
ister seçtiğiniz birer kişi ortak bir iş kurun. Bence hepiniz ortak olun, başka
elemana ihtiyaç kalmasın."
Sonra dosyalarda yazılı olmayan şeyleri söylemeye
başladı.
"Diyorum ki, madem, Polat dizi senaryosu yazıyor,
madem, Kadir artık gizli çalışmak yerine emekli olmayı düşünüyor ve elinde
konu yapılacak yüzlerce olayın bilgisi var, madem Gül, Emre ve Sinem
oyuncu ve bir arada çalışmaktan keyif aldılar... niye bu ekip birlikte bir iş
kurmasın? Sibel, işletme kısmında sizlere yardımcı olur. O burada çok
faydalı ama ben onun yerine birini bulurum. En azından bir süre Ersin'i
buralarda tutarım. Belli mi olur bir de gelin bulurum. Pınar zaten
burada kalacak. Sibel'in işinin büyük kısmını biliyor. Bana yardımcı
olacağını söyledi bile. Sonra hepinizi sık sık burada ağırlar,
dinlenmenizi sağlarız...Küçük bir araştırma yaptım. Bir sürü getir götür işi
var. Vasıfsız eleman çalıştırabilirsiniz. Evsizlerden birilerini şirkete
almanın bir yolunu da bulun. Evet? Ne diyorsunuz?"
Emre, elini sıkan Sinem'e baktı. O onaylıyordu. Sonra
diğerlerine baktı herkes mutlu gözüküyordu. Emre, keyifle arkasına yaslanırken, omzuna
sarıldığı Sinem'i de yanına çekti.
"Sungur'u piyasadan sileceğiz. Nefis bir
intikam yolu bulmuşsun Ece. Şirket adımız da benden olsun mu? Burada her
konuda yıldız olan isimler var. Ayrıca köyde yıldızları izlemenin de ayrı
bir güzelliği var." Sinem, gelecekteki eşinin neyi ima ettiğini biliyordu.
Gülümseyerek baktı o yakışıklı yüze. Emre de ona aynı aşkla bakıp cümlesini
tamamladı. "O halde adımız Yıldızlar Yapımcılık olsun..."
SON
En sevdiğim hikayenin devamı 😃bayıldım ☺️Onları yeniden okumak büyük keyif 💐
YanıtlaSil