16 Ekim 2016 Pazar

Kahveniz Hazır - Tek Bölüm





Kahve keyfinin kuralları


1- Sırada beklerken zamanınızı ne içeceğinize karar vermek için geçirin, telefonunuza bakarak değil. Sanal ortamlarınız ne içeceğinize karar veremez.
2- Burası Kahveci, burada başka yerlerin tanımları geçmez. Derdinizi Türkçe anlatın, biz anlarız.

3- Sipariş ettiğiniz kahvenin parasını peşin ödemeniz gerekiyor. Cüzdanınızı aramak için saatler harcayıp arkanızdakileri delirtmeyin

4- Elle hazırlanan şeylerin doğru yapılabilmesi için zaman gerekiyor. Sabredemeyecekseniz evde kendi kahvenizi yapabilirsiniz 
5- Kahveyi hazırlarken gözlerinizi bana dikmeniz içeceğinizi daha hızlı hazırlamamı sağlamayacak, belki de hata yapmama neden olacak
6- Ne sipariş ettiğinizi bir zahmet hatırlayın, başkasının kahvesini alıp gitmeniz gerçekten hiç hoş değil, gördüğünüz gibi garson yok
7- En azından bir yudum almadan önce porselen fincanın yanındaki sipariş belgesinin üzerinde kendi isminizin yazıp yazmadığını kontrol edin. Biz kartonda kahve verecek değiliz
8- Kapanıştan beş dakika önce gelip menüdeki en karışık kahveyi istemeyin, çünkü büyük ihtimalle kahve ekipmanları çoktan temizlendi
9- En kötüsü de biz size 'Merhaba, nasılsınız?' dediğimizde sizden cevap olarak 'Bir grande latte' cevabı almak
10- Eğer her gün geliyor, masaları birleştiriyor ve laptop'ınızı kuruyorsanız belki de bir ofis tutma zamanınız gelmiştir... (Sami bey kapsam dışı, o hergün laptopunu açabilir)
11- Kahvecilerin insan olduğunu unutmayın. Onlara kaba davranmanız kahvenizin daha hızlı ya da daha mükemmel hazırlanmasını sağlama
12- Türk Kahvesi içecekseniz şekeri konusunda net olunuz, sonra bu az, bu çok demeyiniz
13- Yanında sadece kurabiye var, o da tadımlık! Dışarıdan yiyecek getirmek serbest... Bizle de paylaşırsanız birer kahve de ikramımız.
14- Kahvemizin üstüne hemen su içenlere bir bardak su bizden hediye. Niye başıma döktünüz demeyin!
15- Fal baktıranlar, fincanınızı elimize tutuşturup, hemen yıkar mısınız? Demeyin, biz yıkayınca çıkmıyor fallar!
16- Günümüzün nasıl geçtiğini belirleyen şey ya harika bir müşteri ya da berbat bir müşteri oluyor. Asıl soru şu; siz hangisi olmayı tercih ediyorsunuz?


"Tüm bu maddeleri yazmamızı istediğinizden emin misiniz?"
"Sizi rahatsız eden hangisi?"
"Hiç biri!"
"O zaman başkaları da ya rahatsız olmaz, ya da kendilerine çeki düzen verirler. Hem bu tarz uyarıların ilk tepkisi genelde gülümsemek, ardından hareketlere dikkat etmek oluyor. İçiniz rahat olsun, bunların aksini yapmak için çabalayanlar ile başa çıkar, çıkamadıklarımı zehirlerim."
"Sizin dükkanın adresini alayım da tepkileri izleyeyim."
*****
Üç yıllık kahve dükkanının biraz değişikliğe ihtiyacı vardı. Boşandıktan sonra kocasının nafaka yatırmasını beklemektense bildiği işi yapmaya karar vermişti. Böylece hem oyalanıyor, hem de parasını kazanıyordu. Oğlunun okul taksitlerini ödemek zorunda kalmadığı için biraz kenara para koyabiliyordu. Eski eşinin belki de yaptığı en iyi şey oğlu ile ilgili eğitim konusunda titiz olmasıydı.
Bağdat Caddesi üzerindeki bu dükkan ailesinden kalmıştı. Kira ödemek durumunda olsa asla altından kalkamazdı. Başlarda biraz borçlanmış, zamanla tüm borçları ödeyip, kendisine yetmeye başlamıştı. Işte artık tüm bunları düşünüp, dekorasyon için biraz masraf yapmalıydı. Sadece iki günde halledilecek bir tadilat ile kurtulmak istiyordu eski mobilya ve renklerden. Anlaştığı iç mimar ile dükkanın içinde farklı ortamlar yaratmanın akıllıca olacağına karar vermişti. Daha ciddi konuşmalar için tercih edenlerin kahverengi köşeyi seçeceklerinden emindi. Müşteri portföyünde en az gençler kadar iş insanları da vardı. Iş adamları lafından nefret ediyordu. Adamlık ayrıydı da erkeklikle aynı kefeye konmasından hoşlanmıyordu. Kendisi de bu durumda iş adamı sayılıyordu ki o kesinlikle bir kadındı...
Elindeki sarı tona ve maviye baktığında son derece haklı kararlar verdiğinden emindi. Girişe göre solda kalan kısmı gençlere ayırmıştı. Hemen içip gidenler için ideal yerdi. Sarı renk kullanılacaktı. Tam karşısı biraz daha uzun süre oturmayı sevenler içindi. Mavinin açık bir tonu olacaktı. Böylece bir birinden alakasız gibi duran ama aslında üç yıllık deneyim sayesinde edinilmiş bilgilerle oluşturulan yeni görüntüsü, amaçlarına ulaşırlarsa dükkanının aralıksız çalışmasına neden olacaktı.
Sabahın henüz çok erken saatinde matbaadan istediklerinin geldiğini görüp heyecanla açtı kutuları. Tam istediği gibi, biraz ciddi, biraz eğlenceli maddeler dört ayrı yere asılacaktı. Küçük olanlar da ise birer madde vardı. Onları da ressam müşterisinin güzel resimlerinin süslediği duvarlara serpiştirecekti.
İlk müşterisi Sami Bey kapıdan girdiğinde saatin dokuz buçuk olduğunu anladı. Dakik bir gazeteciydi. Her gün aynı saatte gelir, aynı masaya oturur, yeni yeni kullanmaya başladığı laptopunu açar ve önce biraz köşe yazılarını okur, gündeme bakar ve ertesi günün yazısını hazırlamaya başlardı. Tüm bunları yaparken o istemeden önce sade bir Türk Kahvesi servis edilirdi. İlk kahvesi bittikten on beş dakika sonra yeni bir kahve masasına konurdu, sert, şekersiz, kremasız kahveler o ne zaman durun derse o zamana kadar konmaya devam ederdi.
"Günaydın, güzel bir gün olsun."
"Günaydın Sami Bey. Yağışlı olacakmış. Zaten kasım ayının yağışsız olmasını beklemiyoruz değil mi?"
"Havadan bahsettiğine göre, önemli bir şey söyleyeceksin. Ne oldu? Eski kocan dert mi oluyor?"
"Benden uzak, Mısır'a sultan olsun. O değil konu. Bu akşam biraz erken kapatacağım, çarşamba sabahı yine aynı saatte açmış olmayı umuyorum. Tadilat başlıyor."
"Demek o meşum gün bugün! O zaman ben de üst katta içerim kahvemi. Hep davet ediyorlar ama benim buradaki rahatım orada olmaz."
"Eminim ellerinden geleni yapacaklardır. Biraz daha gürültülü olabilir. Sadece iki gün."
"Tamam, sen kahvemi yap, kendine de yap da karşılıklı içelim. Dünkü gündemi okumasam da olur. Her şey kötü zaten."
İki fincan kahve ve yanlarında torpilli sayılacak miktarda kurabiye ile Sami Beyin masasına geçti. Onlar konuşurken yağmur da çiselemeye başlamıştı. Dükkanın kapısı aralıksız açılıyor, kapanıyor, bir sürü müşteri yağmuru da fırsat bilip kahve içmeye uğruyordu.
Tezgahın arkası aralıksız kahve pişiriyor, ya da makinelere kahve koyuyordu. Bir ustası köpük süslemesi yaparken diğerleri siparişleri yetiştiriyordu. İşleri iyiydi ama daha iyi olmasını istiyordu. İsim yapmış kahve dükkanlarından biri olmadığı için bu başarı önemliydi. Üç ustası, bir komisi vardı. Kim boşta ise kirlileri yıkardı. Her şey müşterilerin gözünün önünde gerçekleşiyordu. Bu samimiyeti seviyordu.
Saat on bir olduğunda kimin kapıdan gireceğini biliyordu. Başını kaldırıp baktığında üst katta yer alan lokantanın sahibini gördü. Üç adımda dükkanın kapısında olacaktı. Bu adamı her gördüğünde heyecanlanıyordu. Kendileri de müşterilerine kahve yaptıkları halde onun hemen her gün gelip onun dükkanında kahve içmesini, onun da ilgisinin olduğuna yormak istiyordu. İstemekle olmuyordu...Bir aydır tek bir flört havası yaratmayan adama ilgisini belle etmek onun harcı değildi. Tam bakışlarını kaçıracakken arkasındaki gölgeyi görüp seslendi.
"Kapıyı açık tutar mısınız?"
"Elbette."
Timuçin, arkasından gelene kapı çarpmasın diye tutarken bir yandan da kimin gireceğini görmeye çalışıyordu.
Peş peşe kulaklarında etiket olan iki sokak köpeği girdi içeri. İkisi de hiç kimseye bakmadan kalorifer peteklerinden birinin önüne geçtiler. Onlar için ayrılmış ve her gün yıkanıp ertesi gün temiz olarak yayılan örtünün üstüne kıvrıldılar. Kış gelince üşüdükleri an kapısını çalacakları bir yer olduğunu bilirlerdi. Genç adam, onların arkasından bakarken gülümsüyordu.
"Küçükken sokaktaki tüm hayvanları evine götürenlerden miydiniz?"
"Tümünü değil. Anneme göstermeden bakabildiklerimi..."
"Zor olmalı."
"Evet, büyüdükçe kolaylaştı. Aynısından mı"?
Ne güzel muhabbet ediyorlardı, niye siparişini sormuştu ki? Biraz daha konuşsa, o hoş ses tonunu dinlese kötü mü olurdu?
"Evet, lütfen."
Az önceki hatasını telafi etmeliydi.
"Siz de hayvanları eve götürenlerden miydiniz?"
"Evet, özellikle kedileri. Şimdi de kızım her gördüğü hayvanı eve getirmek istiyor. Salyangozu var."
'Kızı' işte bu kelime ile beyni durmuştu. Adamın niye flört etmediğini anlıyordu. Bozulduğunu belli etmemek için son cümlesine gecikmeli de olsa gülümsedi.
"Arkasında bıraktığı izin eşinizi memnun etmediğinden eminim."
"Haklı..."
Cümlesini tamamlayamadan telefonu çalmaya başlamıştı. Zaten haklı olduğunu duymaya meraklı değildi. En iyisi hazır olan kahvesini verip masaya geçmesini beklemekti. İlk zamanlar kahvesinin parasını peşin ödüyordu. Artık aylık toplu ödeme yapmaya başlamıştı. Sami Bey de öyle yaptığı için toplu para almak hoşuna gider olmuştu. Etraftaki iş yerlerine paket servis yapmak ve belki onlardan da toplu para almak iyi olabilirdi. Düşünecekti.
Asıl düşünmesi gereken az önce duyduğu gerçeklerdi. Neyse iki gün görmeyecek, o arada kendini toparlayacaktı.
"Çarşambaya kadar kapalı olacağız. Biraz tadilat yapılacaktı. Bu akşam başlayacaklar. Aslında mobilyaların bir kısmı değişecek ve boya yapılacak. Küçük tamirat işleri falan var. Mümkün olduğunca üst kata ses gelmemesini sağlayacağız. Müşterilerin şikayetçi olmayacağını umuyorum."
"Biz lokantayı açarken yeterince rahatsız ettik sizleri. Lafı bile olmaz. İki gün... buralarda mı olacaksınız?"
"Ara ara uğrayacağım. İç mimar son kararlardan sonra ayak altında olmamamı söyledi."
"Hepsi mi aynı bunların?"
"Umarım aynıdır. Sizin lokantanın dekorasyonu çok başarılı oldu".
"Teşekkür ederim. Kendime de pay çıkartabilirim sanırım. Epey sözümü geçirdim."
"Ben sanırım umutsuz vakayım."
"Yardım gerekirse seslenmeniz yeter."
"Teşekkürler."
Sırada bekleyen müşteriler artınca, kahvesini alıp Sami Beyi başı ile selamlayıp boş masalardan birine geçti.
Betül, genç adamın evli olduğunu anladığından beri içinde oluşan hayal kırıklığını bastırmaya çabalıyordu. Parmağında yüzük olmamasını bekar olduğuna yoracak kadar mı etkilenmişti? Zaten kırklı yaşlarında birinin bekar olması, o bekarın da kendi binasında olması... mucizelere inanacak yaşı geçmişti...
On dakika sonra kalkmış, başı ile selam verip çıkışa yürümüştü. Tam o kapıdan çıkarken içeri on yaşında bir erkek çocuk giriyordu. Montu ve pantolonu kirlenmiş, çantasının sapı kopmuştu. Betül, kimsenin o zamana kadar duymadığı bir sesle bağırmıştı?
"Can? Oğlum, ne oldu? Kaza mı geçirdiniz?"
Tüm müşterilerin bakışları onlara dönmüştü. Timuçin de kapıda durmuş hüzünlü gözlerle bakıyordu. Sonra Can'ın, sözlerini duyup yoluna devam etti.
"Hayır, son iki ders tüm okulda iptal edildi. Servisleri bekleyeceğimize bir kısmımız yola çıktık."
"EEE düştün mü?" Sesini toparlamış, daha makul bir heyecanla konuşmuştu.
"Kavga ettim!"
Betül ağzı açık bakıyordu. Oğlu ilk kez kavga ediyordu. Ne yapacağını bilemez şekilde baktı. Kavganın kötülüğünden, konuşarak anlaşma yollarının tercih edilmesi gerektiğinden bahsedecekti... Ama orada o anda değil. Azarlamanın, başkalarının yanında küçük düşürmenin iyi sonuç vermesi beklenemezdi.
*****
Ayakları ağrımaya başlamıştı. Yağmur dinmiş, köpekler dışarı çıkmış, Sami bey yazısını tamamlamıştı. Öğleden sonra yoğunluğu bastırmak üzereydi. Öğle yemeklerini yiyenlerin keyifli ve lezzetli kahve içmek için onun dükkanını tercih etmeleri hoşuna gidiyordu.
Oğlunu eve göndermek yerine arkadaki odada derslerini yapması için yanında tutmuştu. Ara sıra çıkıp annesinin yanına gelmek, bazen kahve yapımını ya da süslemesini izlemek hoşuna gidiyordu.
Karınları acıktığında ne yemek istediğini sordu. Tahmininin aksine, üst kattaki lokantaya gitmek istediğini, sofra adabı eğitiminin nasıl olduğunu göstermek istediğini söylediğinde şaşkınlıkla oğluna baktı.
"Hamburger, pizza falan istemiyor musun?"
"Hayır, istemiyorum."
Kapıdan girenleri gören Timuçin midesindeki yanmayı önemsemeden konuklarını karşılamak için yanlarına gitti. Yüzünde gülümseme ile önce anneye, sonra oğluna hitaben konuştu.
"Bu şerefi neye borçluyuz? Sanırım anneni sen ikna ettin?"
"Evet, öyle oldu."
"O zaman size en güzel masamızı verelim."
Timuçin, büyüdüğünde yakışıklı olacağını tahmin ettiği çocuğu cam kenarında bir masaya yöneltti. Babasına benziyorsa Betül'ün niye kimse ile ilgilenmediğini anlamak kolaydı.
Betül ikisini takip ediyordu. Sandalyesini tutan genç adama teşekkür ettikten sonra siparişleri için bekleyen garsona kısa bir incelemeden sonra yiyeceklerini söylediler.
"Güzel tercihler, sizlere afiyet olsun."
"Siz yemek yediniz mi?" Bu soru da nereden çıkmıştı? Timuçin de en az onun kadar şaşırmıştı. Betül, bir an duraksayan adama gülümseyip devam etti. "Yemediyseniz bize katılın lütfen." Oğlunun meraklı bakışlarını yakalamıştı. Ona açıklama yaptı. "Timuçin Bey, bu lokantanın sahibi. Benim de iyi müşterilerimden."
"O zaman katılın ve hatam olursa lütfen uyarın. Ne de olsa annemin sadece bir kahve dükkanı var. Oğluyum diye belki de hatalarımı görmeyecek bile."
"Hangi konuda hata, anlamadım!"
"Çatal, bıçak kullanımı, doğru bardaklar gibi... tabii ben alkol yaşına gelmediğim için sadece su ve meyve suyu içebilirim. Yine de hatasız öğrenmek gerekiyor."
Timuçin, gülümseyerek "Elbette hatan olursa uyarırım. Eminim annen de çok iyi biliyordur kuralları."
"Annem biliyor fakat çok sorun etmiyor. Evde rahat yiyebiliyoruz. Babamın yeni eşi biraz kuralcı. Her yemekte bunlara dikkat etmemiz gerekiyormuş."
Timuçin, midesindeki yanmanın kesildiğini fark etti. Işte şimdi, yağmur sonrası kendini gösteren güneş içini ısıtmaya başlamıştı. "Bilmek önemli ama hayatında çok daha önemli konular var. Mesela bugünkü kavga. Yemekten sonra detayları anlatır mısın bana? annenin izni olursa biraz erkek erkeğe muhabbet edelim. Tüm elemanlarımın işi çok, canım sıkılıyor. Seninle vakit geçirmek iyi gelebilir."
Betül, bir anda bakışlarını çevirdi. Sanki aklından geçenleri okuyordu. İkisinin konuşmasını izlerken, oğlunun bir baba ile neler paylaşacağını görmüş, nelerden mahrum kaldığını anlayıp canı sıkılmıştı. Eski eşinin oğluna çok fazla vakit ayıramadığını biliyordu. kötü ya da ilgisiz bir baba değildi, sadece gerçekten çok meşgul bir adamdı. Zaten evlilikleri de bu yüzden bitmişti. Artık birlikte vakit geçirmeyen bir çiftin evli kalmasının anlımı yoktu.
"Siz kavgayı gördünüz mü?" Can nereden bildiğini anlamamış, hatta belki de annesinin anlattığını sanmış olmalıydı.
"Hayır, sen geldiğinde ben tam çıkıyordum. O zaman annenin çığlığını duydum."
"Bence Üsküdar'dan bile duyulmuştur. İlk kez o kadar sesinin çıktığını duydum." İkisi de buna gülünce Betül, yalancı bir kızgınlıkla katıldı onların konuşmasına. "Dedikodu dediğin arkadan yapılır, ben masadayım küçük bey."
"Anne, gerçekten çok fena bağırdın. Ayrıca önemli bir şey değil, küçük bir kavgaydı."
"Evde konuşacağız."
Yemekleri geldiği için Can, özenli bir şekilde önündeki servisten çorba kaşığını aldı. İki büyük de kendisini dikkatle izliyor, doğru yaptığı her şeyden sonra takdir ediyorlardı. Yemek aralarında da çatal ve kaşığını tabağına koyarak anlamlarını söylemeye devam ediyordu.
Çatalını ve bıçağını ters V şeklinde koyduğunda, "Bunu sadece bildiğimi göstermek için yaptım. Yoksa hala açım ve ara vermeyeceğim." Demiş, annesinin ve Timuçin beyin gülmesinin ardından ikinci tabağı istediğini belirtir şekilde çatal ve bıçakla artı işareti yapmıştı. Tatlısını da yedikten sonra ise çatal ve bıçağını birbirine paralel olacak şekilde tabağına soldan sağa doğru koymuştu. Bunu gören Timuçin, "Takdirinizi aşçılarıma ileteceğim. Eminim çok mutlu olacaklar." demişti.
"Gerçekten çok lezzetliydi. Benim beğenimin bir önemi varsa, onu da ekleyebilirsiniz."
"Olmaz mı? Elbette ileteceğim." Kısa bir an durup devam etti. "Sizinkiler kadar olmasa da birer de kahve içer miyiz?"
"Mutlu olurum."
İçindeki merak duygusunu bastırıp sormamıştı. Karısı ne iş yapıyordu, kaç yıllık evliydiler, başka çocuk var mıydı? Hepsini merak ederek oğlunu orada bırakmış ve alt kata inmişti. Artık düşünmeyecekti. Aklının takılı kalmasının anlamı yoktu. Bir saat kadar sonra oğlu indiğinde ilk iş, annesinin yanına gidip, bir daha kavga etmeden önce konuşarak çözme yolunu arayacağı, kendisini üzdüğü için onun da üzgün olduğu ve özür dilediğini içeren uzun bir konuşma yaptı. Betül, cümlenin başındaki 'kavga etmeden önce' kelimelerine takılmıştı. Bu bir daha asla kavga etmeyeceğim demek değildi. Ki zaten öyle bir söz verse tutamayacağını bilecek kadar erkekleri tanıyordu. Özrü kabul edip kalan derslerini tamamlaması için arka odaya yolladıktan sonra yüzünde büyük bir gülümseme ile müşterinin hesabını aldı.
*****
Koskoca iki gün...
Ara sıra alt katta neler oluyor diye inip bakmaya çalışmış, fakat camlardaki kağıtlar yüzünden içeride olanları görememişti... hem yapılanları... hem de kimlerin gelip gittiğini görmek istemiş ama bir türlü başaramamıştı. Aslında bu yaptığı komik değil miydi? Kapıyı çalsa içeriye alınacağını biliyordu. Görmek istediği yüzün orada olmasını umuyor, belki denk geliriz diyordu. Oysa çarşamba sabahına kadar böyle bir şansı olmamıştı. Her sabah on birde kapısında olurdu. Bu kez o saate kadar bekleyemeyecekti. Saat daha yeni dokuz olmuştu. Arabasını binanın arkasındaki otoparka park edip, ara yoldan ön tarafa geçti. Nihayet görecekti.
Olduğu yerde çakılı kalmıştı. Dükkanın hala camlarında kağıtlar vardı. İşler bitmemiş olmalıydı. Bu saatte açıyorlardı. Kapıyı çalmak ile üst kata çıkmak arasında oldukça bocaladıktan sonra daha fazla dayanamadı.
Bir dakika kadar beklemiş, bu süre içinde bir kez daha kapıyı çalmıştı. Nihayet açıldığında karşısında pırıl pırıl bir gülümseme ile boğazlı kazakla o güzel boynunu kapatmış Betül'ü görmüştü.
"Erkencisiniz!"
"Öz.......Merak ettim. Bitmedi mi işler?" Ağzından kaçırıyordu. Tam zamanında susmuştu.
"Bitti. Sadece ufak tefek masalarla ilgili düzenlemeleri yapıyorduk. Kağıtları Sami Bey ile birlikte kaldıracağız."
"O bu saatte gelmiş olmuyor muydu?"
"Gelir şimdi. Nasıl olmuş?" Birlikte dükkanın içine doğru yürüdüler. Çok güzel döşenmiş, renk geçişleri ile sanki dört ayrı dükkanın hepsi aynı avluya bakıyormuş gibi bir hava yaratılmıştı. Ortadaki çiçekler tam da bu hava oluşsun diye konmuştu.
Masalarda taze çiçekler yerine minik saksılarda hercai menekşeler ve çuhalar vardı. Bazı köşelerin koltuklarının rahatlığı uzaktan bile belli oluyordu. Kahverengi tonlarının olduğu yerin ciddiyeti şaşırtmıştı. Sonra amacı anladı. Oradaki sandalye ve koltuklar bile iş yeri havasını taşıyordu.
Daha sonra ise duvarlardaki resimlerle kahve maddelerinin olduğu çerçeveleri görüp okumak için yaklaştı. Bazen gülüyor, bazen şaşkın bakışlarla Betül'e bakıyordu.
"Çok iyi olmuş. Gerçekten çok iyi olmuş."
Tam teşekkür edecekken kapı yine çalmıştı. Gülümseyerek yanından ayrılıp Sami beye kapıyı açtı. Kısa sohbetten sonra ustasının yaptığı kahveleri keyifle içtiler. Artık yeni hali ile dükkanının açılma saati gelmişti. Üçü birer kağıdı camlardan indirip ön cepheyi temizlerken yan cepheyi de elemanları halletmişti.
Kendi iş yerine çıkmadan önce bir adım atmaya karar vermişti. Yanına gelip kısık bir sesle ve kulağına eğilerek, "Öğle yemeğine davet etsem, bu güzel açılışı kutlasak, sizin için uygun mu?"
Değildi. Hiç uygun değildi. Üstelik otuz beş yaşında bir kadının kulağına söylenen bu cümlelerle bu kadar heyecanlanması, hatta nefesinin kesilmesi hiç uygun değildi. Bir aydır flört etmek istediği, bir türlü öyle bir ortam bulamayan, evli olduğunu anladıktan sonra adamın bu hareketleri ile karşılaşan kalbi resmen tekliyordu.
"Saat iki gibi uygun mu?"
Dilinin aklı ile kalbini umursamadığını görünce ısırmak istedi. Timuçin ise karşısında gülüyor, başı ile uygun olduğunu belli ediyordu.
*****
Müdavimlerin gelişleri ile keyfi çoğaldı. Bir sene önce dükkanın iki ayrı ucunda oturup, bir süre birbirine bakan, sonra erkeğin tanışmayı teklif etmesi ile çıkmaya başlayan çifti gördüğünde çok mutlu oldu. İkisi de yüzünde kocaman bir gülümseme ile bankoya gelmiş, sonra da düğün davetiyelerini bırakmışlardı. Betül'ün yanlarına gelip ikisine de sarılmasını şaşkınlıkla izleyen müşterilerine minik bir açıklama yapmıştı. "Bu işletmenin tanıştırdığı üçüncü çiftimiz bu hafta sonu evleniyormuş. Darısı tüm bekarların başına."
Bir sürü masadan aminnn ve mutluluklarrrr diye sesler yükselmişti.
"Evlendikten sonra da sık sık gelin. Özletmeyin kendinizi!"
"Geliriz elbette. Sizin sayenizde saatlerce konuşmuş, birbirimizi çok iyi tanımıştık. Buranın muhabbetlerinin tadını başka yerde bulamayız."
Saat ikiyi gösterirken önlüğünü çıkartıp, üstünü başını kontrol etti. Ruju düzgündü. Saçlarını yeniden topladı. Artık hazırdı.
Kapıdan girer girmez onu gördü. Bir masada iki erkek bir kadın ile oturuyordu. Rahatsız etmekten çekindi. Ya saati unutmuştu, ya da randevusu olduğunu. Oraya kadar gelmişken yemeden inmeyecekti.
Masalardan birine yönelmişti ki kulağının dibinde sesini duydu. "Özür dilerim, en çok beş dakika içinde yanında olacağım."
"Sorun değil, ben yemeğimi yer giderim. Sen arkadaşlarını bırakma."
"Arkadaşlarım değil. İş görüşüyoruz. Hemen geleceğim."
Dediği gibi olmuş, kısa sürede yanına gelmişti.
"Güzel bir iş bağlantısı oldu. Bir firma ile yıllık yemekleri ve tüm ödül yemekleri ile ilgili anlaştık." 
"Çok güzel haber. Tebrikler. Bir ay gibi bir sürede bu kadar iyi bir anlaşma yapmak hiç küçümsenemez. Asıl bunu kutlamalıyız."
"Bunu sonra kutlarız. Önce yeni dükkan dekorasyonunu kutlayalım."
Yani sonra yeniden mi yemek yiyeceklerdi? O sormadan, Timuçin, cumartesi akşamı için davette bulundu.
"Akşam mı? Eşiniz ve kızınız da olacaksa elbette olur." Bu adam kendisini ne sanıyordu? Öğlen yemeği davetini kabul ettiği için kendisine kızmıştı. Böylece adama akşam yemeği için cesaret vermişti. Bir daha asla tekrarlanmayacaktı. Çatık kaşları ile bakıyor olmalıydı. Oysa Timuçin karşısında gülümsüyordu.
"Siz, eski eşinizi ve yeni karısını çağırırsanız, ben de eski eşimi ve yeni kocasını çağırırım."
"Oh çok özür dilerim. Bir anda çok kötü şeyler düşündüm."
"Biliyorum, hepsini yüzünüzden okudum. Karısını evde bırakıp başka kadınlarla akşam yemeklerine çıkan bir erkek sanılmak hiç hoşuma gitmedi. Hatta çok aşağılayıcı buldum. O yüzden küçük bir cezayı hak ettiniz."
"Ceza mı? Hakkınızda bir şey bilmediğim için cezalandırılmayı kabul etmiyorum. Ayrıca benim eski eşim, karısı evde otururken ona ayıramadığı vakitlerde yeni eşine vakit ayırabiliyordu. Yani kötü tecrübe ile sizi de aynı kefeye koymuş olmamı mazur görmenizi umuyorum."
"Hepsi yerinde mutlu olsun, bize bulaşmasın. Böylece ben de sizi mazur göreyim."
"Timuçin Bey, bir şey rica edebilir miyim?"
"Evet, elbette."
"Bana Betül der misiniz? Ben de size Timuçin diyeyim. Haddinden fazla kibarlık beni rahatsız etmeye başladı. Üstelik yıllarca komşu olacağız, böyle zor olmayacak mı?"
"Büyük bir zevkle derim Betül. Umarım uzun yıllar bir arada oluruz."
Betül cümleyi önce kendisine yanıt olarak algıları fakat sonra aklını kurcalayan bir yanı olduğunu fark etti. İma mı vardı? Varsa bile yüzünden anlaşılmıyordu.
"Az önceki konuya geri dönelim. Evet cumartesi akşamı, ben kızımı, sen oğlunu alıp güzel bir yerde yemek yiyelim. Aslında burası da uygun ama yemekleri bedavaya getirdiğimi düşünme diye bir başka yerde yiyelim diyorum."
"Düşünebilirdim ama senin aşçının maharetlerini tattıktan sonra başka yerde yemek yemek aynı tadı verir mi bilemiyorum. Yine de akşamları alkol olduğu için çocuklarla başka bir yere gitmek daha doğru olacak."
"Anlaştık. Adresini verirsin, sizi alırız."
*****
İlk akşam buluşmalarının çocuklarla olması sonrasının da öyle olacağı anlamını taşımıyordu. Hemen her hafta bir, bazen iki akşam dışarıda buluşuyorlardı. Bazen yemek, bazen kahve ve bazen sadece yürüyüş yapıyorlardı. Çocuklar uygun olduklarında mutlaka onlara katılıyordu. Can ağabeylik yapmayı sevmiş gibiydi. Sude bazen huysuzluk ediyor, programları bozmaya çabalıyordu. Babasının, dilerse annesinin yanında kalabileceğini, akşama alacağını söylediği böyle bir ortamda babasına bakmış, "Can?" Diye sormuştu.
"Can bizimle gelecek. Sen sanırım onunla oynamak istemiyorsun. O da yeni arkadaşlar bulur."dediğinde dudağını sarkıtıp ağlamaklı olan kızına bakıp ona belli etmeden gülümsedi. Derdi Can değildi. Sonra aklına Betül geldi. Acaba onu mu sevmemişti?
"Niye gelmek istemiyorsun, bana anlatır mısın?"
"Yok bir şey, gelmek istiyorum."
Konuyu uzatmayan Timuçin, eski eşini arayıp ona sormayı aklının bir köşesine yazmıştı. Sude'nin annesi, ikinci evliliği yapmadan önce de kızının velayetini babasına bırakmıştı. Lohusalık döneminde geçirdiği rahatsızlıklar onun kızı ile ilgilenmesini neredeyse engelleyecek büyüklükte sorunlara dönüşmüştü. Yeni eşi de çocuk istemediği için gayet mutlu bir evlilikleri vardı. Kızını bazen hafta içi, bazen hafta sonu alıyor, akşam babasına yolluyordu. Kötü bir şey konuşacağını aklına bile getirmediği için Sude'nin belki bir şeyler anlatmış olabileceğini düşünmüştü.
Bulduğu ilk fırsatta aradı Sude'nin annesini. Hatır sorduktan sonra asıl derdini dile getirdi.
"Hayır, hiç kötü bir şey söylemiyor. Can'ı abim diye anlatıyor. Bir ara bana haber vermeden evlendin sandım. Betül müydü? Ondan da kötü bir şekilde bahsetmiyor. Ama bu çocuk kreşte diğer çocukların yanında saatler geçiriyor. Bir sürü sorunlu aile var. Belki eğitmenleri bir şeyler biliyordur. Ben mi sorayım, sen mi sorarsın?"
"Ben niye bu kısmı düşünmedim ki? Tamam, sorarım ben. Çok teşekkürler. Selamlar."
Ne kadar medeni bir konuşmaydı. Ilk zamanlar böyle değildi. Zamanla arkadaş olabilmişlerdi. Üç seneye yakın zaman geçmişti ayrılıklarının üzerinden. Bu sürede hiç evlenmeyi düşünmemişti. Sude küçükken bile aklına gelmemişti. Artık düşünüyordu. Hayatında biri vardı ve onun yanında mutluydu. Kızının da mutlu olmasını istiyordu.
*****
"Kahveniz Hazır!" Dediğinde en yakın masadan bir genç kız geldi. Tepsiyi alıp arkadaşlarının yanına döndü. Geldiklerinden beri hararetle konuşuyorlardı. İçlerinden biri orada bir erkekle buluşacak, kızlar da o erkeği ölçüp biçecekti. Kendi arkadaşlarını düşündü. Onlar da zamanında benzer incelemeler yapar, bazen yakıştıramaz, bazen çok beğenir bu kez de kızı ona uygun bulamazlardı. Aynı erkek için kavga etmezler, aşk sandıkları duyguları gömmeye çalışırlardı. Oysa aşk başkaydı.
Bazen bir anda aşık oluyordu insan. Tanımadan, bilmeden, sadece karşı konulmaz sanılan istekler duyuyor, hep onunla olmak istiyordu. Ara sıra bu duygular doğru insanlara karşı olsa da bazen büyük hatalar yapılıyor, büyük aşk daha büyük bir ayrılıkla son buluyordu.
Bazen ise yavaş yavaş oluşuyor, bu ne demeye kalmıyor, o insan vazgeçilmez oluyordu. Her konuda anlaşamasa bile çoğu ortak nokta bir arada olmaya yetiyordu. Varsın farklı film, müzik zevkleri olsundu. Zamanla o filmlerde, o müziklerden de zevk almaya başlıyor, sonra asıl zevkin bir arada olmaktan kaynaklandığını çözüyordu insan... Timuçin ile olmak da böyleydi. Arada bir konuyu enine boyuna tartışabiliyor, bazen kahkahalarla gülebiliyorlardı. Çocuklarının sorunlarını da paylaşıyorlar, birbirlerinden destek alıyorlardı. Onu sadece üç aydır tanıdığını düşününce duraladı. Kocasını düşündü. Tanıştıktan bir sene sonra evlenme teklif etmiş, yedi ay sözlü, üç ay nişanlı kaldıktan sonra evlenmiş, üç sene sonra da boşanmıştı. Şimdi geriye dönüp baktığında onunla geçen sürede kocasını tanıyamadığını görüyordu.
Kendisi mi çabalamamıştı? Eski kocası mı değişmişti? Belki de değişen kendisiydi! Herkes büyüyor, olgunlaşıyor ve doğal olarak değişiyordu. Erken yapılmış evliliğin belki de kaçınılmaz sonucuydu. Eskiyi düşünmenin bir önemi yoktu belki de. Artık yeni bir hayatı vardı. Güzel giden bir ilişkisi vardı. Henüz hayatlarına cinselliği sokmamışlardı. Yine de öpüşmelerinden ikisinin de ne kadar etkilendiğini anlayacak kadar tecrübeliydiler. Çocuklu ebeveynler olmaları çok daha dikkatli hareket etmelerini gerektiriyordu. İkisi da her şeyi anlayacak yaşlardaydı. Hatta Sude, küçük yaşının patavatsızlığını bazen sergiliyordu. Babasına gazetede gördüğü bir resmi gösterip, "Siz de böyle öpüşüyor musunuz?" Diye sorduğunda gülsünler mi ciddi mi yanıt versinler ikisi de bilememişti. En sonunda Timuçin, "Evet, biz de bazen öpüşüyoruz. Sen de büyüdüğünde öpüşeceksin." Demiş, sonra da milyarlarca kız babası gibi eklemişti, "Ama çok büyüdüğünde." Sonra da daha kısık sesle, "Umarım benim yanımda böyle bir şey yapmaz," diye mırıldanmıştı.
Sude, babasının yanıtından sonra sessizliğe bürünmüş, uzun süre bunu fark edemeyen ikili Can'ın, "Senin neyin var?" Diye sorması ile birbirine bakmaya başlamıştı.
"Gerçekten neyi var? Öpüşmemize mi kızdı?"
"Bilmiyorum. Bir sorun var ve bana anlatmıyor. Önce Can ile ilgili sandım. Sonra seninle ilgili olduğunu düşündüm. Ne annesine ne okuldaki öğretmenlerine anlatmamış. Belki bir psikoloğa göstermem gerekir."
"Benim konuşmamı ister misin? Belki beni istemiyor hayatınızda!"
Timuçin bundan korkuyordu. Nasıl bir tavır alacağını bilemiyordu. "Bir süre daha bekleyelim, belki kendi başına çözer. Belki de kendisi anlatır. Baskı yapmayı istemiyorum. Zamanla hallolur. " Çok iyi niyetle söylenmiş cümlelerin karşı tarafta açtığı yaraların farkında değildi.
Zamanla çözülecek şeyler neydi? Eğer gerçekten Betül'ü dert ediyorsa bu nasıl çözülecekti? Anne istemiyor olabilirdi. Annesi kızını dolduruyor olabilirdi. Babasını paylaşmayı, Can'ı istemiyor olabilirdi. Tüm bunların çözümü olarak Timuçin de ondan ayrılmayı seçebilirdi. Zaman işte bu kadar belirsiz bir kelime oyunuydu.
O konuşmaların üstünden bir ay geçmişti. Sude bazen çok neşeli, bazen durgun olsa da pek sorun çıkartmıyordu.
Bir gün önce Timuçin, öpücüklerine ara verdiğinde kulağına fısıldamıştı. "Yetmiyor. Sadece öpüşmek bana yetmiyor. Seni kollarıma almak, saatlerce sevişmek istiyorum."
"Ben de!"
"Tamam, liseliler gibi arabayı bir yere çekip sevişelim." Şaka yapıyordu ama sesinin boğukluğu bir miktar gerçek payı olduğunu belli ediyordu.
"Daha iyi fikrim var. Yarın kendimize izin verelim."
"Bu, bugüne kadar duyduğum en iyi fikir. Seni alıp evime kaçıracağım."
Öyle de yaptı. Kızı ile yaşadığı evin galiba bir tek kızının odasında sevişmediler. Ara verip, güç toplayıp son kez diyerek başladıklarında akşam olmak üzereydi. Kızının kreşten döneceği saatte, eve onu karşılamak için bir bakıcı geliyordu. Babası gelene kadar onunla kalıyordu. Timuçin, yemek hazırlarken yanına gelen Betül'ün giyinmiş, makyajını tazelemiş olduğunu görünce içinde bir yerlerde canını yakan bir şeyler hissetti. Gitmesini istemiyordu. Artık birlikte yaşamak istiyordu. Sadece yaşamak mı? Hayır evlenmek, aynı evi, mevcut çocukları ve yeni doğacakları paylaşmak istiyordu.
"Can'ı ara, bir taksiye binsin, buraya gelsin. Ben de bakıcıyı arayayım, gelmesin. Birlikte akşam yemeği yeriz."
"Sude beni burada Can olmadan görünce üzülebilir."
"Niye öyle düşünüyorsun?"
"Sorunun devam ettiğini görebiliyorum. Anlatmadı değil mi?"
"Hayır, kimseye bir şey söylemiyor ama bazen derin iç çekiyor. Bir derdi olduğunu bilmesem güleceğim o haline."
"Zamana bırakmak işe yaramadı sanırım. Belki de en iyisi onu üzmemek için ayrılmak." Hay lanet olası dilim, diye düşünürken karşısındaki adamın bir karış açık ağzını görmek kendisini de şaşırttı.
"Ne dedin sen?"
"Sude..."
"O iyi ve daha iyi olacak. Sen az önce ne dedin?"
"Bak, Can'ın üzüleceği bir şeyi yapmam. Gerekirse onun için kendi isteklerimi geri plana atarım. Senin de aynısını kızın için yapacağını biliyorum."
"Evet, yaparım. Fakat sorunun ne olduğunu bilmeden körü körüne onun isteklerini yapmayacağım gibi, senin şu an 'ayrılalım' saçmalığını da yapmayacağım. Çözüm üretebileceğimiz şeyler olduğundan eminim." Onun yüzünden de hüzün akıyordu. Sadece çocukları yüzünden ayrılmayı düşündüğünü görebiliyordu. Bu biraz rahatlatmış, ilk duyduğu andaki kızgınlığı geçmişti. Kızının mutluluğunu kendi mutluluğundan önce düşünen bir kadına daha fazla kızamazdı zaten.
"Bu günün üstüne böyle bir cümle duyunca performansımdan şüpheye düştüm. Çok genç değilim ama o kadar da kötü olduğumu düşünmemiştim."
Betül, kızaran yanakları ile bakıp önce biraz çapkın bir gülüşle yanıtlamaya çabaladı ama sonra dayanamayıp kahkahayı patlattı. "Erkeklerin iltifat beklediğini bilmezdim. Harikaydı. Bunca sene sonra doğru erkeği bulmuş olmamın keyfini anlatamam."
Timuçin, elindeki bıçağı tezgaha bırakıp yanındaki kadına döndü, iki eli ile yanaklarını tutup dudaklarına küçücük bir öpücük bıraktı. "Ben sana aldığım keyfi anlatırsam, sen de bana anlatır mısın?"
"Sözcüklerle mi hareketlerle mi?"
"Her ikisi de olur. Hatta aynı anda bile olur." Bir süre baktı genç kadının yüzüne, sonra usulca, "Sakın bir daha o kelimeyi kullanma. İçim hala acıyor." dedi. Betül'ün yüzünde oluşan hüzün en az onun kadar acı çekerek söylediğini ispatlar gibiydi.
"Sude konusunda rahat ol. O benim kızım. Akıllıdır. Gerçi zeka ile ilgili genleri anneden aldıkları söylenir ama eminim katkım olmuştur. Konuşarak, olmadı konuşturarak çözeceğiz. Sonra da birlikte olmanın tadına varacağız."
Yine muallak cümleler... birlikte olmak... aile olmak dememişti. Evlenmekten bahsetmemişti. Zaten o güne kadar aralarında aşk, sevgi, evlilik gibi ikisine özel kelimeler hiç kullanılmamıştı. En büyük hareket o gün sevişmeleri ve ayrılık konuşmasının yapılmaması konusundaki emirleriydi. Belki de ayrılığı da hevesi geçince kendisi konuşmak istiyordu. Konuşabilen bir çiftin bu kadar önemli konularda konuşmaması tuhaf değil miydi?
Kendi duygularından emindi Betül. Ayrılalım dediğinde bir an kabul edecek sanmış ve işte tam da o an emin olmuştu aşkından. Aylarca süren duygusal değişimlerin aşka ulaştığını hissetmek, kaybetmekten korkmak, kollarında huzur bulmak... hepsinin ölene kadar devam etmesini istiyordu. Yolun yarısı denen yaşlarda aşkı yeniden bulmanın mutluluğu ile uçan adımlarla girdi dükkandan içeri.
Elemanların hepsi çalışıyordu. Sami bey bile gelmiş, köşesine kurulmuştu. Mis gibi kahve kokusu her yeri sarmıştı.
"Günaydınnnn" diye çınlattı dükkanı.
"Çok keyiflisin bugün."
"Öyle Sami bey. Ne ekonomik sıkıntılar, ne ülke sorunları beni bugün üzemez. Çok keyifliyim."
"Belli, bak bir erkenci daha var. Onun da keyfi yerinde."
Kapıdan giren Timuçin'di. Gelip yanağına bir öpücük kondurduktan sonra Sami Beye dönüp "Günaydın" dedi.
"Sana da günaydın. Hayırdı yüzünüzde güller açıyor."
"Bahara ne kaldı. Kara kışı bitiriyoruz, işler iyi gidiyor, sağlığımız yerinde."
"Hepsi bu mu?"
"Hepsi olmasa da herkese söyleyeceğimiz kısmı bu."
Yaşlı kurt, ikisine imalı baktıktan sonra gülümseyerek yazısına geri döndü. Kısa süre sonra kapı açıldı, üç takım elbiseli adam içeri girip, kendileri için oluşturulan köşeye geçti. Üçünün de bilgisayarlarını çıkartıp iş konuşmaya başlamadan önce kahvelerini alacaklarını biliyordu Betül. Yeni müdavimleri bu beylerdi. Her sabah yarım saat kadar oturuyor, bazen sadece konuşuyor, bazen çalışıyorlardı. Daha sessiz olan köşeyi tercih etmeleri Timuçin'in gözünden kaçmamıştı.
"Senin şu renkli ayrımı bizim lokantaya da mı uygulasak? Gerçekten işe yaramış gözüküyor."
"Evet, işe yarıyor. Müşteri sayımızda yüzde on beşlik artış olmuş. Muhasebecim çok memnun."
"Şu tabelaların da etkisi vardır. Hızlı ve kaliteli servisi de ekle. Başka ne vardı? Tamam... Senin güzel ve güler yüzünün de mutlaka etkisi vardır."
"Bu son cümleyi sevdim. Hadi otur, kahvelerimizi yapıp geliyorum."
*****
"Betül, bu akşamki randevuyu iptal etmemiz lazım. Sude çok ateşlenmiş. Ben kreşe gidiyorum. Sonra telafi ederiz."
Genç kadın, yüzündeki panikle konuşan adamın yalnız gitmesine izin veremezdi. Önlüğü çıkartıp, elemanlarına dükkanı onlara emanet ettiğini, kapatıp çıkmalarını söyledi. Elemanlar böyle zamanlarda ne yapacaklarını gayet iyi biliyordu. Çantasını alıp hemen yanına geldi. genç adamın itirazlarını umursamamıştı bile.
"Kreşten aradılar. Doktorları görmüş, soğuk algınlığı demiş. Yine de ateşinin düştüğünden emin olmak lazım."
"Sen biraz rahat olur musun? Ilık banyo yaptırırız düşer ateşi. En kötü hastaneye götürürüz."
"Havale geçirmişti. O zamandan beri biraz ateşlense korkudan ne yapacağımı şaşırıyorum."
Annesinin böyle durumlarda kızı ile ilgilenemediğini bildiği için genç adamın nasıl korktuğunu anlayabiliyordu. Kadının psikolojik sorunlarının olması elinde olan bir şey değildi. Lohusalığın bazen böyle etkileri olduğunu okumuştu. Yine de iyi bir anneydi. Haberi olsa belki gelirdi.
"Hayır, onu aramanın manası yok."
"Nereden biliyorsun?"
"Daha önce de yaşadık benzer durumları. Arasam, doktora götür der, yarın arar nasıl olduğunu sorar. Fazlasını yapamıyor. Kızmıyorum ama Sude üzülüyor diye üzülüyorum."
"O zaman biz de 'Küçük bir soğuk algınlığı anneni niye üzelim' der, aramamamıza kılıf uydururuz."
"Anlaştık."
Yanakları al al olmuş küçük kız revirde yatıyordu. Çocuk doktorunun yazdığı reçetedeki ilaçları almıştı kreştekiler. Böyle zamanlarda parasını hak ettiğini ispatlar kalitede işler yapıyorlardı. Timuçin kızını kucaklamış, arka koltuğa yatırmıştı.
"Ben yanına oturayım mı? Baban araba kullanırken biz de biraz okuldan falan konuşuruz, ne dersin?"
"Sen de hastalanırsan sonra? Bana kızarsın, sana hastalık bulaştırdım diye."
"Bulaştırmamaya çalışırız ama illa bulaşacağım derse yapacak bir şey yok. Birlikte yatarız, babanla Can da bize bakar."
"Can abim bakabilir mi?"
Yanına oturup, başını dizine koyduktan sonra yanıtladı küçük kızı. "Bak, abim diyorsun, o abi olduğu için bakabilir."
"Ben de büyüyüp onun kadar olunca bakabilirim."
"Elbette. Ama umalım da kimse hasta olmasın. Sen nasıl hasta oldun?"
"Kreşteki çocuk yüzünden. Hep haşpırdı."
"Hapşırdı"
"Evet, haşpırdı. Sonra ben de haşpırdım."
İkisi de gülmeye başladı. Bu kez Timuçin düzeltmeyi denedi kızının hatasını. "Hapşırdın"
"Off baba evet haşpırdım. Sonra yanaklarım sıcak oldu. Sonra da beni doktora götürdüler."
"Tamam, hadi eve gidene kadar uyu biraz."
Beş dakika geçmemişti ki küçük kızın hırıltılı nefesini duymaya başladılar. Yanakları biraz daha kızarmıştı. Klimayı açmamış, aracın ısınmasını engellemişti.
"Yükseliyor mu ateşi?"
"Evet, eve gidince duşa sokarız. Sen telaş etme, sakin kullan arabayı."
"İki aç dakikaya evdeyiz zaten."
O iki üç dakika süresinde Sude sayıklamaya başlamıştı bile.
"Baba, seninle kalayım... beni bırakma... annemle kalmam..." Aralıklarla aynı kelimeleri tekrarlıyordu.
"Neden senin bırakacağını sanıyor? Annesi almak mı istiyor?"
"Hayır, hiç öyle bir konu geçmedi. Anlamadım. Düzeldiğinde sorarım."
Eve geldikten iki saat sonra ateşi düşmüştü. Can'ı gidip almıştı Timuçin. Sude televizyonun karşısında oturmuş çizgi film izliyordu.
"Betül teyze, biraz su içebilir miyim?" Sesinde tedirginlik mi vardı?
"Daha iyi gözüküyorsun. Başka bir şey ister misin? Çorba pişiriyorum. Onu içince hemen iyileşeceksin."
"Çorba ilaç mı?"
"Can abine göre ilaçtan daha faydalı."
"Can abime de mi hasta olunca o çorbadan yapıyorsun?"
"Tabii. Yoksa iyileşemez hemen."
"Bana yaptığın için kızar mı?"
"hayır, kızmaz."
"Ya kızarsa?"
"Sudeciğim, senin çok sevdiğin yemekten baban Can'a yapsa sen kızar mısın?"
"Hayır, kızmam. Ama bana daha çok verecek."
Gülmemek için tuttu kendini Betül. "Tamam, Can kızarsa ona daha çok veririm ama eminim kızmayacaktır. Hem o seni çok seviyor."
"Sen..."
"Bana ne olmuş?"
"Sen beni seviyor musun?"
"Bilmiyor musun? Hiç söylemedim mi? Çok seviyorum tabii. Üstelik ben bunu söylediğimi sanıyordum."
"Söyledin. Ben de söyledim ama bazen büyükler yalan söylermiş."
"Yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu zaten biliyorsun. O yüzden ben sadece şunu söyleyeceğim, seni ve babanı çok seviyorum." İlk kez Timuçin'e olan duygularını yüksek sesle söylemişti. Arkasından gelen sesle dönüp baktı. Oğlu ve Timuçin kapıdan onlara bakıyorlardı. İkisinin de yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"O cümleyi benim duymam gerekmiyor mu? Kızıma sadece kendisine ait kısmı söyle lütfen."
Betül utanma ile rahatlama arası bir ruh hali ile yerinden kalktı. Can, Sude'nin yanına gidip büyük adam gibi elini alnına koyarken Betül de Timuçin'i mutfağa sürükledi.
"Sana bir şey söylemem lazım."
"Evet, bence de bana bir şey söylemen lazım. İstersen önce ben söyleyeyim. Belki daha rahat söylersin. Gerçi kızıma itiraf ederken oldukça rahattın."
"Dalga geçmeyi bırak. Önemli bir konu."
"Bence de önemli ve ben dalga geçmiyorum. Hadi söyle artık. Bunu duymayı aylardır bekliyorum."
"Hiç sanmıyorum."
"Ne?"
"Bak, Sude'nin sorunun ben olduğumu düşünüyorduk ya. Yanılmıyoruz. Benim onu sevmediğimi sanıyor. Büyükler bazen yalan söylermiş. Öyle diyor. Sanırım kreşte çocukların yaptığı konuşmalardan çıkarttığı sonuçlar bunlar."
"Konu gerçekten ciddiymiş. Peki, sen ne dedin?"
"Elbette gerçeği söyledim. Onu seviyorum. Üstelik sen bunu duydun."
"Evet, başka şeylerle birlikte..."
"Offf dalga geçme, dedim sana konu önemli. Sana arabada söyledikleri şimdi daha anlamlı gelmiyor mu? Senin onu benim yüzümden bırakacağını sanıyor. Bunu anlamak için illa her şeyi onun söylemesi gerekmez."
"Haklısın. Tamam, bunu halledeceğiz. Şimdi gelelim diğer konuya... evet, bekliyorum."
"Neyi?"
"Bana söyleyeceğin şu önemli şeyi."
"Söyledim ya."
"Anlaşıldı, senin ağzından laf alamayacağım. O zaman, bu romantik mutfakta, çocuklarımız birbirleri ile ilgilenirken ben sana aşkımı ilan edeyim. Seni ilk kez kahve içtiğim günden beri seviyorum. On altı ekim günü görür görmez çarpıldım. Her gün sadece seni görmek için yarım saat erken geliyordum işe. Ama asıl kafama dank etmesi tadilat için iki gün kapalı kaldığında oldu. O sabah seni göreceğimi düşünerek gelip dükkanı kapalı görünce..."
"eee?"
"Eeee si, o kadar çok özlemiştim ki, dayanamayıp söyleyecektim."
"Söyleseydin keşke."
"Geç olsa da söylüyorum. Seni seviyorum, görmeyince özlüyorum, görünce bile yetmiyor."
"Ben de seni seviyorum."
"Nihayet. Kızım bile benden önce öğrendi."
"Aynı anda öğrendiniz."
"Doğru. Bizi seviyor oluşunu seviyorum. Biliyorsun değil mi, ben de Can'ı seviyorum."
"Kavga ettiği günden beri biliyorum. Ona kavga etmeden 'önce' konuşmasını tembihlediğinde anlamıştım. Sahte 'sakın yapma' cümleleri yerine, yapmadan önce konuş demen çok samimiydi."
"O günden sonra kavga etti mi?"
"Hayır. Yani bildiğim kadarıyla etmedi."
"Aferin benim oğluma."
Betül onun bu cümlesinden umutlansa da devamı gelmeyince, romantik mutfağın havası değişmişti. Oyalanmak için çocuklara çorba doldurdu. Tepsileri alıp yanlarına gittiklerinde ikisinin de çizgi filme daldığını gördüler. Keyifle çorbalarını içip izledikleri filme güldüler.
Betül, ikili koltukta yan yana oturduğu Timuçin'e baktı. Bir kolu omzunda elindeki tabletten gazete okuyordu. Diğer tarafta uzanmış Sude, onun yanında oturan Can ile tam bir aile ortamındaydılar. Sude'nin yanaklarındaki kızarıklık geçmişti.
"Çorba işe yaradı mı?"
"Evet, iyileştim bile. Can abim de hemen iyileşiyormuş. Ben artık ilaç yerine bu çorbadan istiyorum."
Timuçin, "Ne çorbası o? Bu kadar iyi geliyorsa, biraz da biz içelim mi?"
"Bol limonlu, şehriyeli tavuk çorbası. Bana içiremezsin ama sen içebilirsin."
Mutfağa giderken kulağına eğilip, "Sen niye içmiyorsun?"diye sordu.
"Çocuklar duymasın ama hiç sevmiyorum. Can seviyor. Sude de sevdi."
"Daha önce zorla içerdi. Sanırım senin elinden olunca değişik geldi."
"Can hemen iyileşiyor dedim, galiba o işe yaradı."
"Öyle olmalı."
Konu bir türlü istediği yere gelmiyordu. Aşktan, sevgiden bahsedildi diye hemen konunun evliliğe gelmesini beklemekle ilişkilerine ayıp mı ediyordu? Onun da istediğini sanıyordu. Belki gerçekten romantik bir ortam yaratmak istiyordu. Mutfaktan romantik diye bahsetmesi belki de bu yüzdendi. Sakin ve sabırlı olmalıydı. En kötü ihtimal o teklif ederdi. Bu düşünce bir anda hoşuna gitmişti. Neden illa erkeklerin teklif etmesi bekleniyordu?
Oğlunu alıp çağırdıkları taksi ile eve dönerken bu teklif işini ciddi ciddi düşündü. Biraz daha bekleyecek ve gerekeni yapacaktı.
*****
Timuçin, sabah kızının ateşine baktığında normal olduğunu görüp sevindi.
"Betül teyzenin çorbası iyileştirdi."
"Evet, Betül teyzen seni sevdiği için yaptığı çorba iyi geldi."
"Evet, beni seviyor. Seni de seviyor. Sen de onu seviyor musun?"
"Evet, seviyorum. Hatta onunla evlenmeyi bile istiyorum. Sen de bu durumda ben, Betül teyzen ve Can abinle birlikte yaşamak ister misin? Onlar da bizimle birlikte otursunlar mı?"
"Odamı paylaşmam mı gerekecek? Oyuncaklarımı, kitaplarımı?"
"Eğer biz birlikte yaşamaya başlarsak, yeni bir evimiz, ikinizin ayrı odası olacak. Sanırım Can'ın oyuncakları seni daha çok ilgilendirir. Kitaplarınızı belki birlikte okursunuz. Can, sana kitap okur, birlikte ders çalışırsınız. Güzel olmaz mı?"
"Beni isterler mi?"
"O ne demek?"
"Begüm'ü babası istemiyormuş. Başka yere gitmiş. Kızını görmeyecekmiş."
"Betül teyzen seni istiyor. Ben zaten seni hiçbir yere bırakmam. Begüm ile babasının durumu sanırım, babasının mecburen gitmesinden kaynaklanıyor. Hiç kızını görmemek için yapar mı? İş için gitmiştir. Mutlaka görecektir."
"Gitmeseydi o da."
Durumlarını bilmediği bir aile için ne diyeceğini düşünürken basit bir yanıt vermek zorundaydı. "Bazen iş için gitmek gerekebiliyor. Begüm de üzülmesin. Babası onu hep sevecektir. Bak annen de seni seviyor. Hepimiz seviyoruz."
"Biliyorum. Ben de sizi seviyorum. Yeni odamı ne renge boyayalım?" Nihayet konu değişmişti. Kendi içinde yaşadığı sorunu kolayca aşmıştı. Kızının kısa sürede sevildiğini anlaması, zamanla pekiştirmesi kendi ellerindeydi. Betül sevgisini göstermeyi seven bir kadındı.
Betül, ne yapacağını düşünerek bir hafta geçirmişti. Bu süre içinde defalarca görüşmüş, aşklarını yaşamaya devam etmişlerdi. Sorun kalmadığını söyleyen Timuçin halinden memnun gözüküyordu. Acaba, akşam yemeğe davet edip mum ışığında mı teklif etseydi. Bu erkekler nasıl teklif edebiliyorlardı? Gerçekten zor bir eylem olduğunu anlıyordu. Basit bir 'benimle evlenir misin' demenin suyu mu çıkmıştı? Evet, en güzeli buydu, adamı karşısına alacak ve soracaktı.
Düşünceleri içinde kahve dükkanına gelmişti. Kapıyı açıp içeri girdiğinde tüm personelin işinin başında ama bıyık altından güldüğünü görüp neler olduğunu anlamak için etrafına bakındı. Herkes kaşı gözü ile farklı bir yeri işaret ediyordu. Sami Bey bile, ekranına bakmak yerine duvarlara bakıyordu. Etrafına yeniden bakmaya başladı... masalar, üstündeki şekerler, çiçekler, içecek listeleri, duvarlarda tabelalar, masaların aralarına serpiştirilmiş saksılar... her şey dün bıraktığı gibiydi.
"Neler oluyor?"
Kimse yanıt vermemişti. Bu kez hepsi belli bir yere bakmaya başlamıştı. Duvarda asılı kahve kuralları listesine bakıyorlardı. Biri bir şey mi yapmıştı listeye? İki adım yaklaşıp duvardaki listeyi okumaya başladığında önce şaşkınlıkla durdu. Etrafına bakmaya başladı. Sadece o listede değil tek tek olan tüm maddelerin yerinde hep aynı cümle yazılıydı.
'BENİMLE EVLENİR MİSİN?'
Betül, hem gülüyor, hem ağlıyordu. Yanıtını vermek için Timuçin'i aradı. Arka odanın kapısının önünde duruyordu. Merakla bakıyor, dört beş kişi bile olsa bir kalabalığın ortasında emrivaki gibi yaptığı teklifin neticesini bekliyordu.
Betül, elemanlarına döndü, "Kahvem hazır mı?" diye sordu. Herkes şaşkınlıkla bu cümleyi anlamaya çabalarken o Timuçin'e bakıp, onların soru dolu bakışlarına yanıt verdi. "Müstakbel kocamla şöyle güzel bir kahve içmek istiyorum."
SON

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder