10 Ağustos 2017 Perşembe

DOLANDIRICI - Tek Bölüm







"Torun, aldıkların ağır olursa taksi tut."
"Olur, anneanne."
Kulaklarına inanamıyordu. Anneannesi hiç tanımadığı birine torun diyordu. Bir an durdu. Emin miydi, anneannesi miydi? Acele karar vermeden önce cep telefonundaki eski bir fotoğrafı açtı. Evet, oydu. Sadece biraz daha yaşlı, biraz daha kilolu, biraz daha beyaz saçlıydı. Annesinin genetiğini kimden aldığına gözleri ile şahit oluyordu. Yetmiş iki yaşında biri için çok iyi gözüküyordu. Tabii o ayağındaki alçı olmasa daha da iyi gözükebilirdi.

Anneannesini ilk kez kanlı canlı olarak görüyordu. Gerçi ilk karşılaşmada bir başkasına torun diyen bir kadın beklememişti. Annesi ile küs olan kadının bu genç kız tarafından kandırılmış olması mümkün müydü? Neden olmasın? Yaşı ilerledikçe belki yanında birileri olsun istemiş, bu açıkgöz de rahatlıkla oyun oynamış olabilirdi. Yine de bu kabul edilir şey değildi.
Polise haber vermeyi düşündü. Sonra, saçmalama Tuna, diye kendini azarladı. Ne diyecekti? Anneannem bir genç kıza torun diyor. Bu kızı tutuklayın mı? Karakoldan kovulacağını düşünüp bahçe kapısından çıkıp. Tuna'nın durduğu yerin ters istikametine yürüyen genç kıza baktı. Kot pantolon, bol penye tişört ile alışverişe gitmesi çok normaldi. Kotunun dar kesimi göze hoş geliyordu. Siyah saçlarını tepesinde toplamış, iki üç tutam saç isyan edip topuzdan kurtulmuştu. Kollarında ve kulaklarında takı görememişti. Acaba anneannesinin parasını falan çalıyor muydu? Belki de çalmıyor, hakkıymış gibi söyleyerek alıyordu. Anlayacaktı. Şüpheciliği ile hata yapmak yerine neyin ne olduğunu anlamak için önce biraz izlemeli, bilgi almalı ve gerekirse suçüstü yapmalıydı. Yine başını sallayıp kendine güldü. Polis değildi... Suç üstü yapmayacak, gerektiğinde polise ihbar edecek, yetkililere yaptırtacaktı. Buralara polis mi jandarma mı bakıyordu acaba? Öğrenilecek yeni bir noktaydı. Sonraya bıraktı.
Yürüyerek uzaklaşan genç kızın ardından kalçalarına bakmayı bırakıp az önce çıktığı kapıdan bir kez daha girdi. Nefis bir bahçeye girmişti. Anneannesinin durduğu tarafa bakınca az önce fark etmediği binaya takıldı gözleri. Nefis bir taş evdi. Çok büyük, çok bakımlıydı.
Annesinin elinde buralara ait hiç fotoğraf yoktu. Anlattıklarını biliyordu sadece. Geçmişten gelen tek fotoğraf anneannesi Dudu ile olandı. O sayede az önce gördüğü kadının kimliğini teşhis etmişti. Bahçe duvarlarının sınırları içinde iki bina daha gözüküyordu. Hepsi büyük olan binaların farklı işlevleri olduğunu düşündü. Birinin ön cepheden görünen hiç penceresi yoktu. Belki depo olarak kullanılıyordu. Etrafı inceleyecek vakti vardı. Artık içeri girmesi gerektiğine karar verip, iki yanında sardunyaların olduğu kapıya doğru yürüdü. Girdiği yerde küçük bir masa, üstünde bir dizüstü bilgisayar ve takvim vardı. Masanın arkasında oturan genç bir kadın, bir yandan ekrana bakıyor, bir yandan da kucağındaki yaşını asla tahmin edemeyeceği bebeğe yemek yediriyordu. Kendisini görünce toparlanıp gülümseyerek hoş geldiniz dedi.
"Hoş buldum. Boş odanız varmış sanırım."
"Evet, var."
Kimliğini uzatırken bir yandan da kendisine dikkatle bakan bebeğe gülümsedi. Yemeğin bir kısmı yanağında kalmıştı.
Annesi ile ilgisini kesen yaşlı kadının bu bebekli kadını yanında çalıştırıyor olmasına içinde bir kızgınlık oluştuğunu fark edip gözlerini bebekten kaçırdı. Ne kendisinin ne de kardeşlerinin bebekliğini görmemiş birisinin malına mülküne göz dikmiş dolandırıcıların peşine düşmüş olmak tuhafına gidiyordu. Asıl amaç tam olarak bu olmasa da...
Annesi, anneannesini her zaman uzaktan takip etmişti. Dedesi çok erken yaşta öldüğü için kadının tek yaşaması hep rahatsız etmişti annesini. Anneannesinin ise kendilerini arayıp sormaması, küslüğün neredeyse otuz iki yıldır devam etmesi akıl alır gibi değildi. Tek sorunun babası olması ise akıl alır bir konuydu. Geçinilmesi pek kolay bir adam olmasa da kötü biri değildi. Asıl anneannesinin bu kadar kindar olmasını kabullenemiyordu. Annesinin hastalığı ve ısrarı olmasa adımını bile atmazdı bu kadının pansiyonuna. Gerçek amacı hasta annesini mutlu etmekti ama ne olursa olsun mirası olan yerleri de koruyup kollayacaktı. Belki de o torun daha kötü şeyler planlıyordu, kim bilir?
"Kaç gün kalacaksınız?"
Ses ile irkilmişti. Toparlanıp yanıtladı. "Süre belirsiz. Belki bir hafta, belki biraz daha uzun."
"Çok güzel. Umarız keyifli bir tatil geçirirsiniz."
Tuna, anneannesinin elemanlarına yıllar önce evden kovduğu kızı hakkında bilgi vermediğini umuyordu. Ayrıca, pansiyonda kalanların kimliklerini de kontrol etmemesini ummalıydı. Neler döndüğünü anlayana ve annesinin isteğini söyleyeceği ortamı yaratana kadar kimliğini saklamayı akıl ettiği için kendini kutladı. Eğer Dudu Hanım konukların kimliklerini kontrol ediyorsa hemen tanıyacaktı elbette kendisini. Annesinin adını ve soy adını tanımayacak kadar kopmamıştı herhalde onlardan!
Evin içi, dışı kadar bakımlı değildi. Mobilyalar temiz ama eskiydi. Odasına doğru yürürken koridorlarda bulunan pencerelerde eski perdeler olduğu gözünden kaçmamıştı. Hepsinin rengi solmuştu. Adım attıkça burnuna sabun kokusu çarpıyordu.
Biraz sonra kucağında bebeği ile önünde yürüyen genç kadının gösterdiği odasına girdi. Tuvaleti banyosu olan bir oda seçmişti. Her odada tuvalet ve banyo olmadığını, olan odaların daha pahalı olduğunu duymak gülümsemesine neden olmuştu. Ortak kullanımı düşünmediği için pahalı, -ki bu pahalılık alışkın olduğu yerlerin yanında çok ucuzdu-, odayı istemişti. Odadaki mobilyalar da eski ama oldukça sağlam, ortalık da çok temiz gözüküyordu. Odanın her tarafından mis gibi sabun kokusu geliyordu burnuna. En azından temizliği düşünmeyecekti.
"Yemek konusunda ne düşünüyorsunuz?"
"Ne gibi?"
"Oda kahvaltı fiyata dahil ama öğlen ya da akşam yemeği konusunda talebiniz olursa hazırlıyoruz. Her gün çıkarttığımız yemeklerimizden yerseniz bildirmeniz gerekmez ama özel bir talebiniz olursa bir gün önceden lütfen haber verin."
"Özel yemekten kastınız nedir?"
"Et, balık gibi elimizde olmayan bir şey isterseniz sizin için satın alıyor ve pişiriyoruz."
"Anladım. Bugün için neyiniz varsa onu yiyeceğim. Sonrasını daha sonra düşünürüm. Teşekkür ederim."
"Rica ederim, iyi tatiller."
Kapıyı kapattıktan sonra bir an odanın ortasında durdu. Çantalarını boşaltmadan önce annesini aradı. Önce yerleştiğini ve anneannesini gördüğünü ama henüz konuşmadığını söyledi. Sonra da hatırını sorup bir süre konuştu. Artık gerçekten dinlenmeliydi. Araba kullanarak gelmiş, böyle bir pansiyonda kalacak kişi için fazla pahalı olan arabasını görmemeleri için iki sokak arkaya park etmişti. Tüm gece direksiyon başında olduğu için bir iki saat uyuması gerektiğini biliyordu.
Odasındaki banyonun kapısını açıp içeriye baktı. Tahmininden iyi olduğunu görüp soyunmaya başladı. Kısa duşun ardından yine mis gibi kokan havlularla kurulanıp bir şort giyip yatağa uzandı. Odadaki pencerelerden biri açıktı. Hafif bir esinti vardı. Daha düşüncelerini bile toplayamadan uykuya dalmıştı.
Gözünü açtığında önce nerede olduğunu anlayamadı. Toparlandıktan sonra saatine baktığında gözlerine inanamadı. Dört saattir uyuyordu. Deliksiz uykudan sonra açlık hissi ile kalktı. Saat üç olmuştu. Orada bir şey bulacağını sanmadığı için giyinip cüzdanını yanına alıp odasından çıktı.
"Dinlenebildiniz mi?"
Farklı biri vardı karşısında. Topuzundan sabah arkasından gördüğü 'torun' olduğunu anlamıştı. Nihayet tanışacaktı küçük cadı ile. Cadılar çirkin olmuyor muydu? Bu genç kadın çok güzeldi. Biraz sivri bir çenesi vardı. Galiba tek kusuru da buydu. Tabii kusur denilirse!
Cadı güzel yüzünün ardındaki kötülüğü saklıyor olan gülümsemesi ile yanıtını bekliyordu. Güzeldi gerçekten yüzü. Gözlerinin rengi bile teniyle uyumluydu. Bronzlaşmış teni insanın aklını karıştırıyordu. Bu rengi yakalamak için ne yapmıştı acaba? Ve güneş görmeyen yerleri ile ne kadar tezatlık vardı? Niye merak ediyordu? Genç kadının hala kendisine baktığını fark edince yanıt vermediğini anladı.
"Evet dinlendim. Teşekkür ederim."
"Ben, Eylem. Yiyecek bir şey ister misiniz?"
"Memnun oldum, Eylem. Bu saatte bir şey bulacağımı düşünmemiştim. Dışarıda yiyebilirim."
"Elbette. Dilerseniz öğlen yemeğinden kalanlar ya da tost, omlet gibi seçenekleriniz var."
"Seçenek bolmuş ama bugün biraz çevreyi göreyim. Teklif için teşekkürler."
"İyi eğlenceler."
Tüm konuşma süresince Eylem, genç adamın gözlerine bakmıştı. Esmer birinde mavi gözün çok güzel gözüktüğünü biliyordu ama bu kadarını beklemiyordu. Genç adamın arkasından bakıp vücudunu da inceledikten sonra yüzüne bir tokat atıp, 'kendine gel, müşteri o' diyerek muhasebe defterlerine döndü.
Bankada biriken paranın miktarına baktığında hala istediği kadar olmadığını görüp yüzünü astı.
*****
Tuna, arabasına binip uzaklaşırken neden orada kalıp biraz bilgi almaya çalışmadığını düşünüyordu. İlk günden dikkat çekmemek için diye kendine karşılık verdi. Gerçekten biraz etrafı gezmek de iyi gelecekti. Uykunun verdiği sersemliği atmak, annesinin babası ile kaçana kadar nasıl bir yerde yaşadığını görmek istiyordu. Anneannesi ve dedesi, babasını hiç sevmemiş, kızlarına layık görmemişlerdi. Haklı oldukları yönleri olabilirdi. Babaları sorumluluk almayı bilmeyen, geldiği kadarını yiyen, yarınını hiç düşünmeyen biriydi. Gezsin, eğlensin istiyordu. Annesi yapma dedikçe onu ve üç oğlunu da peşinden sürüklüyor, dünyaya bir daha mı geleceğiz diyordu. Belki en iyisini o yapmıştı. Çünkü daha elli yedi yaşındayken hayata gözlerini yummuştu.
Aracını şehir merkezinde bulduğu bir otoparka bıraktıktan sonra etkisini yitirmemiş güneş altında yürümeye başladı. Sahil kasabalarının temiz, düzenli ve gürültülü hali ile karşılaşmak şaşırtmamıştı. Daha gölge olan ara sokaklarda dolaşırken haftada üç akşam canlı müzik yapan bir yerin önünden geçti. İki akşam bir erkek, bir akşam kadın solist sahne alıyordu. Resimdeki genç kadını tanıdığını sanıp duraksadı. Gözler pek yabancı değildi. Kızıl uzun saçlar ve makyajlı yüzü benzetemese de gözler tanıdıktı. Tuana... sahne adı olmalıydı. Hiç Tuana adında tanıdığı olmamıştı. Hangi günler çıktığına bakıp dinlemek için gelmeye karar verdi.
İlk günden her yeri gezip göremeyeceğine göre artık bir şeyler yemeliydi. Gölgede kalmış bir yere oturup yiyecek sipariş etti. Sadece açlığını bastıracaktı. Akşam yemeğini kaldığı pansiyonda yiyecekti. Personeli izlemek, Eylem'i takip etmek ve anneannesini görmek için pansiyonda çok vakit geçirmeliydi. Eylem... Dolandırıcı olamayacak kadar güzel ve çekiciydi. Neden böyle bir şey yapıyordu acaba? Aslında bir şey yapıp yapmadığını bilmiyordu. Sadece bir kelime yüzünden kızı suçlaması hataydı belki de. Ne de olsa yaşlı bir kadındı anneannesi. Belki hepsine torun diyordu. Başkasına hitap ederken duymamıştı ki! Belki de bir şakaydı. Evet, şaka olmalıydı. Eylem öyle bir şey yapıyor olamazdı. Farkına varmadan yine deniz kenarına gelmişti. Denize bakarken ellerini ensesine götürüp bir süre boynunu ovaladı. Güzel bir kadın gördü diye kafasında aklama çalışmaları yapması doğru değildi. Tarafsız bir gözle izlemeli, gerekirse polisi-jandarmayı her kim bakıyorsa onu devreye sokmalıydı.
Bir saat kadar daha sokaklarda dolaşıp pansiyona geri döndü.
*****
Soğuk içecek isteyip bahçeye yerleştirilmiş kabarık minderli koltuklardan birine oturdu. Önce biraz işlerini kontrol etti. Tatil demek işleri tamamen unutmak demek değildi ne yazık ki! Hesapları, e-postaları kontrol ettikten sonra içeceğini yudumlarken kitap okumaya başladı. Biten içeceğini bebekli genç kadının yenilediğini gördü. Aynı kadın bir yandan etraftaki müşterilerin boşlarını topluyor, kısa kısa muhabbet ediyordu. Bir başka kadın da yemek bölümü denen yerde masalara bembeyaz örtüler yaymaya başlamıştı. Hiç erkek personel görmemişti. Güvenlik de yoktu.
Kitabını bir yana bırakıp bahçeyi ve konukları incelemeye başladı. İki aile, ikisi genç kızlardan biri genç erkeklerden oluşan üç de ayrı grup vardı. Bir adam daha vardı tek başına kalan. Onun da gözü konukların üstündeydi. Hatta bir ara Tuna ile bakışları karşılaşmış, ikisi de başları ile selam verip etrafı incelemeye devam etmişti.
Anneannesini hiç görmemişti. Ayağındaki alçı yüzünden odasından çıkamadığını düşünürken kadının bir elinde peçeteler diğer elinde bastonu ile yavaş yavaş yürüdüğünü gördü. Alçılı ayağı yüzünden dinlenmesi gerekirken iş yapıyordu. Tüm kızgınlığını unutup yardım için yerinden kalkacakken Eylem'in koşarak gelip elindekileri alıp bir yandan da söylendiğini görüp yerine oturdu.
Bebekli kadının da adını duymuş oldu. Çünkü Eylem ona da çatıyordu. Ama gülerek yaptığı için kimse bu söylenmelerin ardındaki gerçekliği kavrayamıyordu. Nisa, yani bebeğin annesi de gülerek anneanneye sitem etmeye başladı. Yaşlı kadını ona ait olduğu belli olan masaya oturttular. Sonra üç kadın hızlı şekilde masaları hazırlayıp servisleri yerleştirdiler. Anne ve kızları gibiydi birbirlerine davranışları. Kendi kızından esirgediklerini başkalarına bol bol dağıttığını gördükçe sinirleniyordu. Onlar işlerini bitirdiğinde mutfaktan bir yaşlı kadın daha çıkmıştı. Üstünde sıcak yemeklerin olduğu bir servis masasını itiyordu. Tüm yemekler ısıtıcıların üstüne yerleştiğinde saatine baktı. Tam yedi olmuştu. Bu dakiklik takdiri hak ediyordu.
Çok acıkmadığı için yarım saat kadar daha kitap okumaya çalışmış başaramayınca bırakmıştı. Aklı hep servis için koşuşturan 'toruna' takılıyordu. Çok güzel gözleri vardı. Bir anda şimşek çakmıştı aklında. O şarkıcının gözleri ile aynıydı. Şarkıcının kızıl uzun saçları vardı. Oysa Eylem'in saçları siyaha yakın koyulukta bir kahverengiydi. İlk gördüğünde siyah sanmış, gün ışığında gerçek rengini fark etmişti. Tuana'nın kardeşi ya da akrabası olabileceğine kanaat getirip artık yemek bölümüne geçti. Nasılsa iki gece sonra anlayacaktı o kadının kim olduğunu.
*****
"Yoruldunuz mu kızlar?"
"Hayır desek inanacak mısın?"
"İnanmayacağım tabii. Hadi oturun biraz. Keşke iki kişi daha çalıştırsak. O zaman kimse bu kadar yorulmaz."
"Yapamayız. İki kişiye verecek paramız yok. Dördümüz bir de sen... zor yetişiyor para, fazlasını kaldıramayız."
"Biliyorum. Yine de ben böyle köşe kadısı gibi otururken sizin bu kadar koşturmanıza üzülüyorum. En azından bulaşıkları makineye doldurmama izin verin."
"Ona izin versek sonra yemek yapmaya izin istersin. Hayır bir ay daha hiçbir işe el sürmeyeceksin. Otur konuklarınla muhabbet et."
"Torun, sen biraz fazla mı bana benzemeye başladın. Herkesi yönetiyorsun farkındasın değil mi?"
"Elinden su içmişliğim var demek ki, anneanne."
"Bilmiş şey. Bak, gözlerinin altında gölgeler oluşuyor. Çok az uyuyorsun. Biraz daha fazla dinlenmen gerekiyor. Hiç olmazsa birilerini arada yine yardıma çağırsak?"
"Sonra o yardımların da karşılığını vermemiz gerekiyor. O da beni daha çok yoruyor. Borç ödüyorum hâlâ. Hem zaten en fazla iki ay daha çalışacağız, sonra herkes mutlu olacak. Artık bunları dert etme. Biraz uyursam geçer. Hatta ben artık yatayım. Kızlar örtüleri makineye atmayı unutmayın. Yarın akşama lazımlar. Nisa, bir de önceden yıkananları tekrar gözden geçirir misin, geçen sefer iki tanesinden leke çıkmamıştı. Alınacaklar listesi tamam mı?"
"Tamam. Bugün giriş yapan Tuna bey hariç herkes akşam için bir şeyler istedi. Hepsini yazdım. Sanırım o yemeklerimizi sevmedi."
Tuna adını duyunca cama biraz daha yaklaştı. Gündüz uyuduğu için henüz uykuya geçiş yapamamıştı. Işığını kapatmış yatakta gecenin sesini dinlerken bahçeden gelen fısıltıları duyunca kulak kesilmişti. Eylem'in sesini duyunca da kalkıp camın önünden ölgün ışıkta üç kadını izlemeye başlamıştı.
Eylem, dalgın bir sesle, "Tabağındakileri de bitirmemişti. Haklısın belki damak tadına ters geldi tatları. Neyse ben yatıyorum. Listeyi masaya bırakmayı unutma." dedi. Tuna yediğine dikkat etmesinden hoşlanmıştı. Acaba herkesin ne yiyip ne yemediğine aynı özeni gösteriyor muydu, yoksa kendisine özel miydi bu ilgi? Tuna, perdeyi biraz daha açıp genç kadının anneannesini yanağından öpüp arkadaki binaya doğru yürüyüşünü izledi. Yüzü kadar vücudu da güzeldi. Üstelik onsa saat servis yaptığı o yazlık elbisenin içinde bile...
Böyle bir yerin ne kadar kazandığı, ne kadar masraf yaptığı konusunda bilgisi yoktu. Yardımcı alamayacak kadar az mı kazanıyorlardı? Yoksa Eylem kazandıkları paraya el koyabilmek için mi fazla kimseyi istemiyordu. İki ay sonra buralarda sezon bitmeyeceğine göre, ne olacaktı da herkes rahatlayacaktı? Hem sabah erkenden nereye gidecekti? Balık hali! Evet sabah erkenden hale gidecek olması normaldi. Masaya bırakılacak not kağıdını anımsayınca ertesi akşam için kendisi de bir şeyler istemeye karar verdi. Böylece çok acıkmadığı için bitiremediği yiyeceklerin yarattığı olumsuz etkiyi de silmeliydi. Düşman kazanmaya gerek yoktu.
*****
Eylem, not kağıdının en altına yazılmış eki görüp gülümsedi. Tuna, hem istediği balığı yazmıştı, hem de adını. Balıklar bitmeden hale gidebilmek için üç tekerlekli bisikleti aldı. Arkasındaki sepeti böyle alışverişler için idealdi. Sadece üç saat uyuyabilmişti. Bir saatlik kaybı gün içinde telafi etmeyi umması büyük bir hayalperestlikti. Çok da şikayetçi değildi aslında. Bir saat boyunca Tuna'yı ve kendisine bakarken yakaladığı anları düşünmüştü. Çapkın müşterilere karşı kendisini korumayı çok iyi bilirdi. Çok nadir kendisinin de beğendiği birileri çıkardı. Geçen yazdan beri bu kadar etkilendiği birini hatırlamıyordu. Gözünü uyumak için her kapattığında mavi gözlü esmer adam zihninde canlanıyordu. Şimdi de balık haline giderken onu düşünüyordu. Aklını işine vermeliydi.
Hal dönüşü bisikleti mutfak kapısına kadar getirdi. Ağır poşetlerden ikisini almıştı ki bir el uzanıp elinden ikisini de aldı.
"Korkuttunuz beni."
Tuna, masum bir bakış atıp yanıtladı. "Sadece yardım etmeye çalışıyordum. Kapıyı açık tutun yeter. Bunları ben taşırım."
Balıklar ve diğer deniz ürünleri içeri taşındıktan sonra ikisi de elini yıkayıp henüz yeni doğan güneşi görecekleri bahçeye çıktılar. Eylem, bisikleti kapının önünden çekerken Tuna doğu tarafına yürümüştü bile.
"Çok teşekkür ederim."
"Lafı bile olmaz. Erken uyandım. Odada sıkıldım. Televizyon açıp başkalarını uyandırmak istemedim. İyi ki de öyle yapmışım. Halden sanırım balıklar."
"Evet, en tazeleri, en güzelleri."
"İlginç bir yönteminiz var. Niye böyle bir yol izliyorsunuz?"
"Merkeze uzağız. Deniz ve güneş konukları yoruyor. Çoğu akşam o kadar yolu gitmeye üşeniyor. Özel bir şeyler yemek istiyor. Hem bu akşam deniz mahsulleri akşamı. Biz uzak olsak da bizi tercih eden bir sürü müşteri buraya gelecek."
"Lokanta kısmı dışarıdan gelenlere de açık mı?"
"Elbette. Para kazanmak için alternatifler üretiyoruz. O yüzden o kadar çok şey aldım. Bu akşam en az yirmi masa olacak."
"O kadar kişiye yine dördünüz mü hizmet edeceksiniz?"
"Biz alışkınız." Ne şikayet, ne kızgınlık, sadece yalın gerçek... Tuna kendilerine gösterilmeyen sevgiyi çalan bu genç kızın tavrına şaşırıyordu. Onlar konuşurken güneş doğmuştu bile. Gözleri sabah güneşinde bal rengine dönmüştü iyice. Bakışlarının takılı kaldığını fark edip başını zorla başka tarafa çevirdi. Eylem de bu kopuş sonrası kendine gelip mırıldandı. "Kahvaltı için hazırlık yapmam lazım. Birazdan herkes burada olur."
"Kolay gelsin."
*****
Anneannesi bastonuna dayanarak bahçeye çıktığında Tuna denizden yeni dönmüştü. Yaşlı kadınla konuşmayı istese de acele etmemeye karar vermişti. Nasılsa konuşacaklardı. Aile ortamı sağlanmış bu yerde hemen herkes birbiri ile konuşuyordu. Diğer tek erkek ile kendisi haricindekiler tabii. Kızlı gruplar ile erkekli grup bile kaynaşmıştı. Beş kız, üç erkek birlikte hareket ediyordu. Bebek, cibinlikle korunan oyun parkının içinde oynuyordu.
Etrafına baktığında personelin ve tabii Eylem'in yattığı binadan çıkan birinin diğer binaya, ilk geldiğinde depo olduğunu düşündüğü binaya yürüdüğünü gördü. Dikkatli bakınca başını bir bandana ile bağlamış Eylem olduğunu anladı. Diğer binanın kapısında genç bir delikanlı bekliyordu. Genç kadını görünce yüzünde gülümseme oluşan delikanlının yanakları kızarmıştı. İkisi binadan içeri girdiğinde orada ne işleri olduğunu düşünmeden edemedi. Erkek personel yoktu. Yardımcı alamayacaklarını da konuşmuşlardı. O genç çocuk niye gelmişti ve bu sıcakta o binada ne işleri vardı?
Bir saate yakın bir süre ara ara o kapıya bakmış, ikisinin de çıkmadığını gördükçe meraklanmıştı. Bir saatin sonunda başka bir delikanlı gelmişti kapının önüne. Sabırsız şekilde saatine bakıyor, volta atıyordu.
Tuna, o kapının ardında neler olduğunu anlamak için kıvranıyordu. Nihayet kapı açılmış, ilk giren delikanlı daha da kızarmış bir yüz ile dışarı çıkmış, diğer bekleyen ise hızlıca içeri girip kapıyı kapatmıştı.
Orada neler oluyordu? Tuna aklına ilk gelenin olmayacağına karar verdi. Başka da bir şey düşünmeyecekti.
*****
Çılgın bir gün, daha çılgın bir geceydi. Gerçekten yirmi masa misafir ve pansiyon müşterileri ile dolmuştu. Eylem, Nisa ve adını bilmediği mutfakta çalıştığını anladığı orta yaşlı kadın devamlı hareket halindeydi. Sıcak servislerin başında olan daha yaşlıca olan kadın ise oradan ayrılmıyor, her an ızgara ve ısıtıcılar arasında gidip geliyordu. Deniz mahsullerinden yapılmış mezeler, salatalar ve bir dolu yiyecek sıcak ya da soğuk servis ediliyor, alkol de yiyeceklere eşlik ediyordu. Saat neredeyse on bir olmuş, masaların hiçbiri boşalmamıştı.
Eylem, bir bar taburesi ve bir mikrofon ile ortaya çıkınca Tuna biraz daha şaşırdı. Canlı müzik mi vardı? Kimse bahsetmemişti.
"Herkesin keyfi yerinde mi? Artık benim kötü sesimi ayırt edemeyecek kadar alkol tükettiyseniz bir iki şarkıma katlanabilirsiniz. Hazır mıyız? Eşlik etmeyi unutmuyoruz, malum ben şarkıları unutuyorum."
Her cümlesinden sonra masalardan gülüşmeler, onaylar geliyordu. İlk kez sahneye çıkmadığı belliydi. Tuana diye tanıtılan şarkıcı da Eylem olabilir miydi? Tuna tek kişilik masasında arkasına yaslanıp ilk şarkıyı bekledi.
Eylem, klasik gitarına bir iki akort yaptıktan sonra şarkıya başlamıştı. Ne sesi kötüydü, ne sözleri unutuyordu. Yine de konuklar ona eşlik etmekten keyif alıyordu. Kaç şarkı söylediğini sayamamıştı. Nihayet bazı masalar hesap istemeye başladığında saatine baktı. Gece bir olmuştu. Tam iki saattir şarkı söylüyordu.
Bu kadının sabahın dördünde balık haline gittiğini bilmese öğlene kadar uyuduğunu düşünebilirdi. Oysa her an etraftaydı. Hatta tüm öğleden sonrayı bir binanın içinde ne yaptığını bilmediği... aslında tahmin ettiği ama kondurmak istemediği şeyleri yaparak geçirdiğine inanamıyordu. Kaç saat uyuyordu acaba?
"Genelde dört saat"
Nisa, masasındaki boşları toplarken yanıt vermişti. Yüksek sesle sorduğunu fark edip gülümsedi.
"Nasıl dayanıyor?"
"Bilmiyoruz. Henüz çözemedik."
"Formülünü sormam lazım. Bana da lazım az uyumak."
"Ben dayanamıyorum. Bebek uyandırıyor ama dönüp uyuyorum hemen. O uykusuz geçirebiliyor iki günü."
"Az uykuyla yetinenlerden belli ki."
"Öyle. Beğendiniz mi yemekleri?"
"Sadece ben değil, gelen herkes beğendi sanırım. Bu tarz geceleri sık yapıyor musunuz?"
"İstediğimiz kadar sık değil. Haftada iki kez oluyor. Bu akşam deniz ürünleriydi. Üç gece sonra et yemekleri gecemiz var."
"Şimdiden yerimi ayırtmalıyım o zaman."
"Sizler aksini söylemedikçe yeriniz ayrılır. En kötü ne bulursanız onu yersiniz."
"O hatayı yapmam. Deniz ürünlerini bu kadar lezzetli yapan eller, eti nasıl yapıyor tahmin edebiliyorum. Bebek uyudu mu?"
"Çoktan uyudu. Adı, Sıla."
"Güzel isim."
"Teşekkür ederim." Nisa'nın sesi hüzünlenmişti. Kızının adının Sıla olması ile ilgili hikayenin çok da güzel olmadığı anlaşılıyordu. Daha fazla üzmemek için hesap pusulasını imzalayıp masadan kalktı. Sahneden inmekte olan Eylem'i de başı ile selamlamıştı. Muhteşem bir gece geçirdiğini kabul etmeliydi.
Kadının yaptıklarını ortaya çıkartmaya çabaladıkça hoşuna giden şeylerle karşılaşıyordu. Güzel yönlerini görmek hoşuna gidiyor, sonra 'acabalar' ile aklı karışıyordu. Sinirleri bozulmaya başlamıştı.
*****
"Anne, ayağı kırık diyorum. Sadece iki kez gördüm. Onda da konuşmaya fırsat olmadı. Ne zaman görsem yanında birileri var. İlk fırsatta ortam yaratıp konuşacağım."
"O senin kim olduğunu biliyor mu acaba?"
"Bilse en azından ne işim olduğunu sorardı diye düşünüyorum. Büyük ihtimalle bakmadı kimlik bilgilerime. Hem zaten niye baksın ki?"
"Doğru söylüyorsun. Yüz hatların bana benzese de ihtimal vermemiştir. Hem küçük yere göre kalabalık oluyormuş. Hanginizle ilgilensin? Sen yine de çok gecikme. Şu bahsettiğin kadın ne yapıyor? Acaba annemi dolandırıyor mu?"
"Hesaplara bakabilsem anlarım ama mümkün değil. Neyse ben biraz daha buralarda vakit geçirip bilgi almaya çalışırım. Sonra ararım yine. Sen ilaçlarını falan aksatma."
"Aksatmam merak etme."
Tuna telefonu kapatıp yatağın üstüne attıktan sonra camdaki sinek telinin arkasından manzarayı izlemeye başladı. Köşe oda otelin ön ve yan cephesine, doğal olarak otuz kırk metre aşağıdaki denize ve arkadaki iki binaya bakıyordu. Bu aynı zamanda lokanta kısmını da görmek demekti. Uzakta gözüken adalar ve kasabanın merkezi manzarayı dayanılmaz kılıyordu. Güneşin doğuşu da batışı da izlenebiliyordu. Evin ilk halinin dedesinin dedesine ait olduğunu anlatmıştı annesi. Sonra yıkılıp yeni bina yapılmış, ilk evin şekline sadık kalınmıştı. Bu ev bile yetmiş yılın üstünde yaşa sahipti. Daha çok oda, daha büyük alanlar ve güzel işçilik ile paha biçilmez olmuştu.
Eylem, acaba bu evin ve içinde bulunduğu ormanlık arazinin değerini biliyor muydu? Elbette ne şimdi, ne de anneannesinin vefatından sonra satmayı kimse düşünmüyordu ama satılsa, büyük inşaat firmalarının gözbebeği olacağı kesindi. Zaten sağ tarafta yeni bir inşaat başlamıştı. Neyse ki biraz burun yapmış olan orman sayesinde oraya dikilen çirkin bina gözükmüyordu. Sol taraf yol olduğu için tehlike yoktu ama arkada başkasının arazisi vardı. Orası satılırsa yine inşaat ve kalabalık bulunduğu yeri bu bakir halinden kopartacaktı. Ayrıca bu arazi birilerinin iştahını açacak, talipler kapılarını aşındıracaktı.
Düşünmekle kaybettiği vakti, aşağı inip bir şeyler içerek telafi etmeyi ve belki de anneannesi ile görüşebilmeyi umuyordu. Yazlık keten pantolon ve gömlekle alışılmış halinden uzaktı. Yine de diğer erkeklere göre resmi giyimli sayılabilirdi. Çoğu şortla ve kolsuz tişörtlerle geziyor, kaslarını sergiliyordu. Gülümseyerek telefonu attığı yerden alıp odadan çıktı.
İlk gözüne çarpan Eylem oldu. Bugünü kendisine beş beden büyük bir elbise ile geçirmeye karar vermiş olmalıydı. Üstündeki rengarenk elbisenin içinde resmen kaybolmuştu. Oysa hatlarını belli eden kıyafetler ona çok yakışıyordu. Yakışıyorsa ne oluyordu? Ona neydi, neyin yakışıp yakışmadığından? Saçlarını bu kez at kuyruğu yapmıştı. Güzel yüzü ortaya çıkarken ince ve uzun çenesi de daha görülür olmuştu. Abartıyor muydu? Hayır, biraz sivriydi. Acaba oradan öpse ne derdi? Her zaman yaptığı gibi elini ensesine götürüp ovuşturdu ve biraz da kendi saçlarını çekti. Aklını başına toplaması gerekiyordu.
Boş bir masaya doğru yürüyecekken Eylem'in konuştuğu kişinin anneannesi olduğunu fark etti. Bunu fırsat bilip akşamki müzik ziyafeti için teşekkür ederken kendini de tanıtıp konuşma ortamı yaratabilirdi. Yanlarına doğru yürürken yüzüne de hafif bir gülümseme oturttu. Oyun başlıyor, dedi içinden.
"Merhaba, Eylem Hanım. Akşam için teşekkür edemedim size. Sesiniz ve tarzınız çok güzeldi. Şimdiden bir sonraki programınıza yer ayırttım."
"Teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim." Sesi mi titremişti? Eylem, Tuna ile konuşurken heyecanlandığını, gözlerine bakmaktan korktuğunu fark etti. Bu işe son vermeliydi. En son yapılacak şey bir müşteriye ilgi duymaktı. Sonra dönüp ikisine merakla bakan kadına tanıttı konuklarını. "Anneanne, Tuna Bey ile tanıştırayım seni. İki gün oldu evimize geleli."
Tuna, pot kırmamak, olayı eline yüzüne bulaştırmamak için kendini denetlemeye uğraşıyordu. Eylem, başkalarının yanında da anneanne dediğine göre bu torun muhabbeti öylesine kullanılmıyordu. Kadına torunu olduğunu söylemiş ve ikna etmiş olmalıydı. Hiç memnun olmasa da artık adımlarını buna göre atacaktı.
Hafifçe öne eğilip yaşlı kadının elini tutup, tanıştığımıza memnun oldum, dedikten sonra, alçılı ayağına bakıp, geçmiş olsun diye eklemişti. Az önce konuşmak için fırsat yaratma derdindeydi ama artık bir an önce uzaklaşıp sakinleşmek istiyordu.
"Ben de memnun oldum Tuna Bey. Adım, Dudu. Hoş geldiniz. Umarım evimizi beğenmişsinizdir." 
"Beğendim. Gerçekten ev gibi zaten. Çok güzel bir işletme. Torunlarınız ile birlikte gerçek bir aile ortamı yaratmışsınız."
"Hepsi bu güzel kadınların sayesinde. Onlar olmasa, hele bugünlerde idare etmem mümkün olmazdı."
Anneannesi inkar etmemişti. Yani diğerlerini de torunu mu sanıyordu? Onlara nasıl seslendiğine dikkat edecekti. Bir kez daha aynı kelimeleri kullanarak konuştu Tuna. "Sizin dinlenme zamanınız gelmiş. Ne mutlu size ki işlerinizin peşinde koşturacak torunlarınız var."
"Öyle. Çok şanslıyım. Hepsi birer pırlanta."
Onlar konuşurken Eylem'in telefonu çalmış, sadece eli ile özür diler gibi bir hareket yapıp ikilinin yanından uzaklaşmıştı. Dudu, o sırada bir müşteriye içecek getiren Nisa'ya seslenip yanına çağırdı. Adı ile hitap etmişti. Kafası karışan Tuna bunu sonra çözmeye karar verdi.
"Benim Türk Kahvesi saatim. Siz de içer misiniz?"
"Rahatsız etmeyeceksem çok memnun olurum."
"Nisa'cığım, bize iki Türk Kahvesi. Sizinki nasıl olacak?"
"Şekersiz."
Nisa uzaklaşırken Dudu bir kez daha seslendi. "Sıla uyandıysa getir yanıma, ben bakayım biraz."
"Müşterilerden birileri onu da alıp yürüyüşe çıktı. Hani üç çocuklu aile var ya, onlar."
"Senin bu kızı ne yapacağız biz? Kimseyi yabancılamıyor, herkesle gidiyor bir yerlere."
"Kime çekti bilmem. Ben kahveleri getireyim."
"Çok güzel bir bebek. Uslu da. Sanırım konukların çocukları da öyle. Ben üç çocuklu birilerini gördüğümü anımsamıyorum."
"Arkada iki bina var. Onlardan birinde çocukların yeme, uyuma, oynama imkanları var. Kreş gibi düşünün. Torunlar da orada kalıyor. Bir bölümü çocuklara ayırdılar. Anneler ve kızlar sırayla bakıyorlar çocuklara. Eylem akıl etti. Sıla doğunca, bu kız büyüdüğünde bize bela olur, onu atacak bir yer lazım dedi."
"Bu cümlelerle dememiştir."
"Tam da bu cümlelerle dedim. Bebekken kolay ama büyüdükçe ayak altında dolaşacağı belli. Şimdiden hepimizi kurtardım ondan. Dudu ninem, annem seninle konuşacakmış. Benim işlerim var. Görüşürüz Tuna Bey."
"Görüşürüz Eylem Hanım."
Eylem, dün gördüğü binaya doğru, giydiği çuval benzeri kılığın içinde kaybolmuş yürürken bir yandan onu izliyor, bir yandan da kulağı da anneannesinin konuşmasında Eylem'in annesi olan kadınla ne konuşacaklarını duymaya çalışıyordu. Bir anda tüm dikkatini konuşmaya yöneltti. Doğru mu duymuştu? Anneannesi telefondaki kadına Hülya mı demişti? Bu iş hiç de öyle bir kadının dolandırıcılığı falan değildi. Resmen çeteydi bunlar.
"Ah Hülya daha var alçının çıkmasına... Yokkk gelemez bu ara... Ben de diyorum biraz dinlen diye ama hiç niyeti yok. Bak şimdi yine iş başı yaptı. Oysa on dakika önce biraz dinlen diyordum... Tamam kızım, yormam torunumu. Sen ne zaman geleceksin?.. Ay o senin kocan olacak adam bir hafta sensiz idare edemiyor mu? Onu da getir diyeceğim ama ben onu burada öldürürüm, bu yaşımda hapislerde çürürüm... Tamam kızım, ben de seni öpüyorum. İçin rahat olsun, biz iyiyiz... Yok yok, bir sorun yok... Tamam onu sonra konuşuruz, şimdi bir misafirim var kahve içeceğiz. Sen merak etme... korkma da..."
Tuna, tüm konuşmayı dinlemiş ama bakışlarını denize çevirmişti. Tuhaf bir konuşmaydı. Annesinin adı ile hitap ettiği bir kadınla, kocasından nefret ettiğini konuşması... Anneannesi babasından nefret ediyordu ve annesi evden ayrıldığından beri hiç konuşmamışlardı. Bu yüzden Eylem ve annesi olarak tanıttığı birisinin kendi ailesinin yerine geçmiş olması çok olasıydı.
Artık aklı iyice karışıyordu. Kahvesi gelmiş, hatta yarısını içmişti farkında olmadan. Şu çetenin nasıl bir tuzak kurduğunu anlaması lazımdı. Biraz bilgi almanın zamanıydı.
"Damadınızı pek sevmiyorsunuz sanırım. Kusura bakmayın o kadar özel konuşacağınızı bilemediğim için masadan kalkmamıştım."
"Özel sayılmaz, devamlı müşterilerimiz bilir, Eylem'in babasını hiç sevmem. Kızımı da torunumu da üzüyor. Salak Hülya boşamıyor ki adamı. Neymiş kazancı iyiymiş. İçkisi kumarı yokmuş..." Tam devamını getirecekken sustu. "Neyse biz kahvemizin tadını çıkartalım."
Konuşmanın devamı özel konulardan uzaktı. Onlar konuşurken göz ucuyla arkadaki binayı izleyen Tuna, Nisa'nın o binaya bir sürü beyaz çarşafla girdiğini görüp huzursuzca kıpırdandı. Nisa binadan çıktıktan bir dakika sonra kapıya önceki gün gördüklerinin dışında bir genç erkek gelmişti. Etrafa kaçamak bakışlar attıktan sonra kapıyı çalıp içeri girdiğini görünce midesi kasıldı. Bu kadın resmen herkesin gözünün önünde fuhuş yapıyordu... Nasıl böyle bir şeye tenezzül ederdi? Hem bunca insanın önünde yakalanmaktan korkmuyor muydu? Anneannesinin haberi olsa yapamazdı. Sahte mahte, kadın onu torunu sanıyordu. Yerinden kalkıp o kapıyı kırmamak için kendini zor tutuyordu. Hem iki gündür aklını kurcalayan kadın olarak hem de sahtekar dolandırıcı olarak her türlü cezayı hak ediyordu.
Daha fazla oralarda duramayacağını anlayınca izin isteyip masadan kalktı. Önce odasına çıkmak istedi. Sonra odada da kalamayacağını düşünüp sadece arabasının anahtarlarını almak için uğradı. Bir saat sonra hala olayları düşünüyor, Eylem denen kadının nasıl bir olayın içinde olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Kafasında her şeyi sıralamaya çalıştı.
-Anneannesi 'torunum' diyordu
-Hülya diye bir kadın vardı ve Eylem'in annesi, anneannesi ile sanki kızı gibi konuşuyordu
-Gerçek kızının hiç kızı olmadığını bilmiyor olma ihtimali vardı, sonuçta görüşmüyorlardı
-Babasından nefret etmesi zaten bilinendi ama bu bahsi geçen baba Eylem'in idi. Kendi babasının öldüğünü bilmiyor olabilir miydi?
İlk konuşma için oldukça fazla bilgi almıştı. Büyük bir oyun vardı ve bunu ortaya çıkartması şarttı. Elbette bu oyunun oynanma nedenini de bulmalıydı. En kötüsü ise o güzel kadının delikanlılarla para karşılığı yatıyor olmasıydı. Anneannesi bunu biliyor muydu acaba? Bilse izin verir miydi? Tanımıyordu ki! Belki de yıllar önce kızını bir şekilde kaybeden kadın artık kimseye karışmıyordu. Belki de hiç haberi olmadan arkasından iş çevriliyordu. Bunu tercih ederdi. Aksi halde bilip de karışmamak Eylem'i sermaye, anneannesini de mama yapıyordu. Eylem'in adını andıkça içinde bir yerler acıyordu. Neyse ki çok fazla kendini kaptırmadan kadının gerçek yüzünü görmüştü. Kendine daha fazla işkence etmeye niyeti yoktu. Artık sadece onun gerçek yüzünü ortaya çıkartmaya odaklanmalıydı.
Geri dönüp, arabasını aldığı ara sokağa bıraktı. Pansiyona yaklaşırken iki genç erkeğin güle konuşa pansiyona geldiklerini görüp konuşmalarını dinlemeye çalıştı.
"İnsanı hep mutlu ediyor."
"O olmasa bunların hiç birini öğrenemezdik. Hem öğretiyor, hem de başarılı olmamız için çok çabalıyor. Defalarca uğraşıyor."
"Çok yorulduğunu bilmediğimizi sanıyor ama her geçen gün yorgunluğu göz altlarına yansıyor."
"Her gün en az üç dört kişiyle uğraşıyor. Bir de pansiyonun işleri ile ilgileniyor." Bunları söyleyen genç saatine bakıp, söylendi. "Hadi, sıramız geldi. Hızlanalım."
Tuna, burnundan soluyarak gençlerin arkasından baktı. Bu basit kadın, hem anneannesinin hayatına sızmıştı, hem de burunlarının dibinde gençlere eğreti gelin gibi seks dersleri mi veriyordu? Gençlerin hayran kalmış ifadeleri, binadan çıkarken yüzlerinde oluşan utangaç memnuniyet bu derslerin verimli geçtiğinin göstergesiydi.
"Lanet olsun sana. Ne diye bunları yapıyorsun? Asıl amacın ne?"
Amacının ne olduğundan kendisine neydi acaba? Fahişelik yapması niye kendisini bu kadar rahatsız ediyordu? Çünkü üç gün önce tanıştığı kadına ilgi duymuş, tavırlarından, sesinden, insan ilişkilerinden etkilenmişti. Elbette bu son öğrendikleri ile bu ilgiyi hemen kesip atacaktı. Zaten bu kararı vermemiş miydi? Niye her duyduğu ya da gördüğü ile bir daha kalbi karışıyordu?
Kararlı adımlarla pansiyonun kapısından içeri girdi. İlk işi yine arka binaya bakmak oldu. Eylem, elinde koca bir meyve sepeti ile kapıda az önce gördüğü delikanlıları karşılamış binaya sokuyordu. Meyve ile de keyif yapacaklardı belli ki. Dilinin ucuna kadar gelen küfrü yuttu. Ona neydi?
Boş koltuklardan birine oturdu. Nisa hemen yanına gelmişti. "Merhaba Tuna Bey, bir şey içer misiniz?"
"Buz gibi bira ve yanına biraz kuruyemiş istiyorum."
"Hemen geliyor."
Beklerken gözleri ile etrafı tarıyordu. Tek bakmadığı yer arkadaki binaydı. Tek olarak gelmiş diğer erkek müşteri de koltuklardan birinde oturuyordu. Önünde dizüstü bilgisayarı açıktı. Hızlı hızlı bir şeyler yazıyordu. Bir süre bekliyor, sonra yine yazıyordu. Büyük ihtimalle birisi ile mesajlaşıyordu. Parmaklarını kullanışına bakılırsa sinirli gibiydi.
Birası ve büyük bir tabakta kuruyemişleri ve yeni kızartıldığı belli patates kızartmaları bırakılmıştı masaya. Nisa'ya teşekkür ederken "Patates söylememiştim ama iyi fikirmiş, teşekkürler." dedi.
"Akşam için yapacaktık, bir tavayı erken kızarttık. Şirketten! Afiyet olsun."
Masaya bırakılan mayonez ve ketçabı iade etti. "Acılı hardalınız var mı, desem yüzsüzlük yapıyor demezsiniz umarım."
"Hemen geliyor."
Nisa ile konuşurken yazışmasını izlediği erkeğin telefonla konuşarak uzaklaştığını fark etmemişti. Herkesten uzağa gitmiş, sinirli hareketlerle konuşuyordu. Yüzünden canının sıkıldığı ve sabırsızlandığı anlaşılıyordu. Adamı izlemeyi bırakıp buğulu şişedeki birasını yudumlamaya devam etti.
Anneannesinin mekanında olan bitenlerden haberi olmadığından emindi. Öyle biri kızı kaçtı diye bu kadar yıl küs kalmazdı. Bir gün daha incelemeye ayıracak, ertesi gün onunla konuşup kendini tanıtacak ve niye orada olduğunu, Eylem ve annesi diye konuştuğu kişinin kendisini kandırdığını anlatacaktı. Kararını vermişti artık.
İkinci birayı bitirdiğinde bu kez Eylem'in telefonla konuşarak kendisine doğru yürüdüğünü gördü. Başını eğmiş, etrafa bakmadan konuşuyordu.
"...sigortalatamadım. Yarın gece ikide bizim gardan geçen otobüsle yollayacağım. Hemen satman lazım. On parça... Değerlerini sen benden iyi bilirsin. Hesaba yatır. Komisyonu sonraki gruptan alır mısın? Biliyorum senin de ödemelerin var ama inan acil bir durum. Hemen halletmem lazım....Sen bir harikasın. En kısa sürede bir bu kadar daha yollayacağım. O zaman zaten ben alacağımı almış olurum. İstersen tüm para senin olsun umurum olmaz... Biliyorum, canımsın sen. Hadi ben şunları paketleyeyim. Görüşürüz."
Tuna, evin içinde satmaya değer ne olduğunu düşünmeye çalıştı. Odalarda antika görünümlü bazı eşyalar olduğunu biliyordu ama turistik üretim oldukları altlarındaki damgalardan belliydi. Acaba Dudu sultanın mücevherleri falan mı vardı. Eylem acil paraya ihtiyaç duyduğuna göre belki de kurduğu tuzağın uzun süre saklanmayacağını anlamış, kaçmaya çalışıyordu. Artık her hareketini izleyecekti. Yaptığı bu sahtekarlıktan kurtulamayacaktı...
*****
"Gece taksiyle dön."
"Tamam."
"Tamam diyerek beni kandırma. Taksiyle döneceksin söz ver."
"Tamam dedim ya Dudu Hanım. Zaten çok geç saat olunca yürüyemem bu yolu. Taksi ile gidecek, taksi ile geleceğim söz." Bir kere hava çok güzel diye yürüdüğünden beri aynı konuşma geçiyordu aralarında. Eylem'de pişman olmuştu yürüdüğüne ama itiraf etmiyordu. Hem yorulmuş hem de korkmuştu.
Eylem, ağır sahne makyajını tamamlamıştı konuşurken. Bu akşam yaprak yeşili ince askılı vücudu saran bir elbise giyecekti. Elbiseyi askıdan alıp üstüne geçirdi. Bu da tamamdı. En sona kalan kızıl peruk da özenle yerleştikten sonra Tuana sahne için hazırdı. Hava biraz serinlediği için perukla bir iki saat idare edebileceğini biliyordu. Yine de tüm makyaj malzemesini yanına aldı. Saat neredeyse on bire geliyordu. Sahneye çıkması için son on beş dakikası kalmıştı. Pansiyondaki işleri biter bitmez hazırlansa da ucu ucuna yetişiyordu. Orkestradakiler Tuana gecikirse oyalardı müşterileri. Kapıda bekleyen taksiye binip gece kulübünün yolunu tuttu.
Tuna, Tuana'nın Eylem olduğundan emin gece kulübündeki yerini almış sahneye çıkmasını bekliyordu. Kısa süre sonra sahnedeki yerini alan kadını başka bir yerde olsa tanıması çok zordu. Ele veren tek yer gözleriydi. Dudaklarını bile normalden daha kalın gibi göstermeyi başaran bir makyaj yapmıştı. İzleyiciler memnun, o memnundu.
İki kısa ara vermiş, sabaha karşı iki buçukta programı bitirmişti. Bir çok masa gibi programın sonuna kadar oturan Tuna, genç kadının nasıl döneceğini düşünürken bulmuştu kendisini. Hem kızıyor hem de suçunu tespit etmek için yanında olması gerektiğini düşünüyordu. Normal zamanda olsa yanında olmak için mazeret uydurduğunu kabullenirdi. Şimdi ise kendini inkar ediyor ve bunu bir şekilde biliyordu. Çelişkiler yüzünden hata yapacağını da tahmin ediyordu.
Kapının dışında bir süre beklemiş, nihayet görünce yanına gitmişti.
"Eylem Hanım... Yoksa Tuana mı desem?"
"Eylem olur artık. Nasılsa kimse kalmadı etrafta."
"Ben taksi ile dönüyorum, gelin birlikte gidelim."
"Olur ama bölüşürüz ücreti."
"Tabii, tabii zaten bu işler böyle olur."
"Anlamadım."
"Bir erkek, gecenin bu vakti bir genç kadını taksi ile evine götürüp parayı da ona ödetmez. Ayıp denen bir şey var."
"Ev değilse de ev sayılır ama ben zaten taksi tutacaktım. Sadece daha az para vereceğiz ikimizde. O yüzden ayıplamam sizi merak etmeyin. Sırrınız bende güvendi olur."
"O zaman şöyle yapıyoruz. Bu akşam ben ödüyorum, sonrakini size ödetiyorum. Anlaştık mı?"
"Bir daha birlikte taksi tutar mıyız? Bence bu akşam bu işi bitirelim."
"Çok inatçısın. Tamam ortak öderiz. Hadi binelim. Ne kadar çabuk gidersek o kadar çabuk uyursun. Bu arada günde dört saat uyuyormuşsun. Bu işin sırrını bana da anlat. Az uyumak için çok nedenim var."
Daha taksiye binmeden tüm yol boyu konuşacak konu hazırlanmıştı. Tuna önce binip Eylem'in binmesini beklemişti.
"Tuna Bey, İstanbul'dan gelmiştiniz değil mi?"
"Evet."
"Biz buralarda taksiye korkusuzca bineriz. Öyle değil mi İhsan Abi?"
"Kusura bakmayın, alışkanlık. Binlerce taksinin olduğu şehirde kimse kimseyi tanımıyor. Kadınları kaçırmasınlar diye basit bir önlem bu."
Taksi şoförü ikisinin konuşmasını dinlerken bir yandan da başı ile onaylıyordu. "Kusur yok, delikanlı. İyi yapıyorsunuz. Biz de yanındaki hanıma değer veren erkekleri severiz. Misafir misiniz Dudu ablamızda?"
"Evet, Eyl...Tua..." Hangi adını kullanacağını şaşırmış olarak genç kadına dönünce neredeyse burun buruna gelmişti.
"Eylem, Tuana, Asena... hepsi bizim kız." Yanıt yine taksi şoföründen gelmişti.
"Asena mı? Bir de Asena mı var?"
"Evet, yarın akşam Eylem, diğer akşam Asena, sonra yine Eylem... bazen karışıyorum ama genelde Eylem"
"Niye farklı isimler kullanıyorsun?"
"Sahne adı diyelim. Böyle daha rahat oluyor."
"Eylem gerçek adın mı?"
"Sence?"
"Sahne adı bence."
"Vay, ilk tahminde bildin."
Tuna, bunu hiç beklemiyordu. Gerçek adı olduğunu düşünmüş, kızdırmak için öyle yanıt vermişti. Oysa kabul edilince elinde doğru bilgi olarak hiçbir şey kalmamıştı. Belki sorarsa söylerdi.
"Gerçek adın ne?"
"Eylem yeterli."
"Öyle olsun. Peki niye peruk ve bu farklı makyaj?"
"Esnaf biliyor ama müşteriler bilmiyor kim olduğumu. Böyle olunca rahat ediyorum. Sonuçta şarkıcı değilim. Sadece bir çeşit...Neyse işte farklı biri gibi görünmeyi sevmeyen kadın yoktur. Tuana böyle, Asena başka, Eylem bildiğiniz gibi."
Tuna, Eylem'i şaşırtan bir ses tonu ile mırıldandı. "Evet, bildiğim gibi."
Kısa süren sessizlikten sonra Tuna önceki konuşmalarını anımsattı. "Hani az uyumanın sırrını söyleyecektin."
"Çalar saat."
"Ne?"
"Bildiğin çalar saat işte. Kaçta kalkacaksam kuruyorum. Sonra gün içinde uykum gelse de uyumaya fırsatım olmuyor. Ortalama dört saat ile idare edilirmiş. Ben de galiba alıştım. Bak saat şimdiden üç oldu. Yatmam, uyumam üç buçuk... dört saat uyusam olmaz. Bu gece üç saat uyuyacağım."
"Niye böyle zorluyorsun kendini?"
"Özel konular bunlar. Kısa süre daha böyle devam edeceğim. Sonra bende istediğim kadar uyuyacağım döneme geleceğim."
"Yardım edebileceğim bir şey varsa söylemeni isterim."
"Teşekkürler, yardım etmiş kadar oldun."
Tuna, zorla laf alamayacağını anlayınca üstelemedi. Anneannesi ile konuşunca tüm bu bilgilere erişecekti. Taksi pansiyonun önünde durduğunda ikisi de para uzattılar. Şoför İhsan, Tuna'nın uzattığı parayı aldı. Kısa bir tartışmadan sonra "Tamam uzatma, sen sonra verirsin paranı. Ben de evime gideceğim daha." deyip azarlamıştı Eylem'i.
Arabadan indikten sonra kısık sesle mırıldandı. "Böyle anlaşmamıştık."
Tuna, yorgunluğu belli olan genç kadına belinden destek olarak pansiyonun bahçesine girdi. "Haftaya yine burada olursam seni dinlemeye geleceğim ve söz tek kuruş ödeme yapmayacağım."
"Kalırsan! Afaki bir cümle." Belindeki elin farkındaydı. Çekmesini istemese de kendi kaldığı eve gitmesi gerekiyordu. Çok küçük bir adımla elden uzaklaştı. Tuna boşta kalan elini indirdi. "Şimdilik niyetim kalmak. O yüzden afaki sayılmaz. Çok güzel bir gece geçirdim. Teşekkürler, iyi geceler."
"Size de."
*****
Ertesi gün anneanne ile konuşacak fırsat bulamayan Tuna, gece otobüse verilecek paketi görüntülemek için erkenden pansiyondan ayrıldı. Arabasına binip pansiyonu gören bir noktada durdu. Gece yarısı olduğunda bir kamyonet gelmişti pansiyonun kapısına. Kamyonetten inen iki adam bahçeye girip gözden kayboldu. Beş dakika sonra büyük bir ahşap kutuyu ikisi taşıyarak kamyonete yüklemişlerdi. Eylem de hemen arkalarından gelip kamyonette iki adamın yanına oturmuştu. Tuna tüm bu olanları videoya çekmişti.
Kamyoneti takip edip otogara gelmiş, büyük kutunun İstanbul otobüsüne yüklenmesini de videoya çektikten sonra Eylem'i izlemeye başlamıştı. Genç kadın otobüs şoförü ile konuşuyor, hararetli bir şekilde derdini anlatmaya çalışıyordu. Tuna bir şey duyamasa da belki dudak okumayı bilenler suçunu böyle tespit eder diye yine kayıt yapıyordu.
Otobüsün biraz uzağında otogar içinde bulunan çoktan kapandığı belli çay bahçesinde oturan biri dikkatini çekti. Gözlerini dikmiş Eylem ile şoförü izliyordu. Ya da tamamen rastlantı olarak aynı yöne bakıyordu! Tuna, telefonun ekranında görüntüyü yakınlaştırdı. İlginç... Emin olmak için biraz daha izledi. Evet, yanılmıyordu. Bu pansiyonda kalan diğer tek adamdı. Niye buradaydı? Birini mi bekliyordu? Belki de dönecekti bu gece. Aktarma araçlarının uğradığı saatte burada olmasının başka sebebi olabilir miydi? Acaba... Acaba Eylem tarafından kandırılmış başka biri için mi çalışıyordu? Anneannesinin başını derde sokmadan, kimsenin canını yakmadan bu tuhaf insanlardan kurtulmanın yollarını bulmalıydı.
Otobüs yola çıkınca Eylem kamyonete bindi. Pansiyona geri dönüyordu.
Tuna, bir süre diğer adamın ne yapacağını izledi. Birisine telefon etmişti. Telefonu kapatırken gülümsüyordu. Otogardaki taksi durağından bir taksiye binip pansiyon yoluna girdi. Tuna da onların arkasından gelmişti pansiyona. Arabayı yine ara sokağa bıraktı. Bahçeye girdiğinde sadece yolu aydınlatan ışıklar yanıyordu. Sessizce odasına ulaştı.
*****
Sabah kahvaltı masasında servis yapan Nisa'nın gözüne gözüne sokarak bilgisayarında iş yapıyor gibi rol yapıyordu. Nihayet genç anne dayanamayıp sormuştu.
"Tuna Bey, işle ilgili sorun mu var?"
"Rakamlarla ve parayla uğraşanların sorunları tatilde bile bitmiyor. Bazen böyle küçük bir ilçeye yerleşeyim, üç beş defterlik muhasebe işi yapayım diyorum. Sizin muhasebenizi tutayım, karın tokluğuna çalışayım mesela."
"Eylem de biraz rahat etsin. Hiç kötü fikir değil. Kışın sıkılmam diyorsanız Dudu anneye söyleyin, o bir şeyler ayarlar."
İkisi de şakalaştıklarını biliyordu. Ciddi ciddi konuşarak üstünü örttükleri konu tam da Tuna'nın istediği noktaya gelmişti.
"O işi de Eylem mi yapıyor? Diploması var mı?"
"Yok tabii ki. O evrakları falan topluyor, notları alıyor, sonra Birol Beye götürüyor. Birol Bey asıl muhasebecimiz. Resmi işleri o yapıyor. Ben hiç anlamam. Biraz anlasam, Eylem'i rahat ettirirdim."
"Belki benim yardımımı kabul eder."
"Kendisine sorun." Eli ile bir tarafı gösteriyordu. Başını çevirdiğinde Eylem'in diğer tek erkek ile konuştuğunu gördü Tuna.
"Bu beyle tanışmadık. O da benim gibi tek gelmiş. Daha uzun süre kalacak mı? Belki arada tavla falan oynarız."
"Bir gün arayla geldiniz. Adı Haluk. O biraz az konuşuyor. Biraz da fazla şika... pardon. Çok konuştum."
"Şikayet edecek ne bulmuş acaba?"
"Eylem geliyor. Ben sizi çok tuttum. Bir şey isterseniz seslenin."
"Gitmeden önce kahvemi yenilersen sevinirim." Fincanda kalan kısmı büyük bir yudum alarak bitirmişti. Nisa, onun bu haline gülerek fincanı doldurdu. Tuna bu güleryüzlü kadını sevmişti. Bir ara hikayesini dinlemek istiyordu. Babasız ya da babadan uzak çocuk büyütmek için çok gençti. Sıla bebeğin babasını, başından geçenleri merak ediyordu.
"Günaydın Tuna Bey. İş mi yapıyorsunuz tatilde?" Tuna ile Nisa'yı gördüğünde kısa bir an, çok kısa bir an kıskandığını fark etmişti. Sonra Nisa'nın hala ölen kocasına aşık olduğunu hatırlamıştı aynı kısa an içinde. Burada acısını unutuyor, kızını büyütmeye çalışıyordu. Yaralı kadınlar topluluğu gibiydiler ama artık hepsinin yüzü gülüyordu.
Tuna, Eylem'i gördüğünde yine heyecanlanmış ve yine kendine kızmıştı. Henüz engel olamıyordu duygularına, tepkilerine. "Evet ama beni boşver şimdi. Nisa ile konuşuyorduk. Bazen yardım etmek istiyormuş ama muhasebe işlerini bilmiyormuş. Ben yardımcı olursam biraz daha çok uyur musun?"
"Çok güzel bir teklif ama teşekkürler."
"Ben samimi bir teklifte bulundum. Gerçekten boş zamanlarımda yardımcı olabilirim." Tuna böylece pansiyonun durumunu öğreneceğini umuyordu. Büyük ihtimalle Eylem de tam bu nedenle işlerine karışmasını istemiyor olmalıydı.
"Samimiyetinizin farkındayım ama zaten ben pek fazla bir şey yapmıyorum. Sadece dosyaları, evrakları toplayıp muhasebeciye veriyorum. Ödeme takibi yapıyorum."
Tuna, başka bir taktik denedi. "Peki, siz bu kadar yoğun çalışırken, her an bir yerlerde bir şeyler yaparken, sizinle vakit geçirmek isteyen bir erkek ne yapmalı? Kendinize hiç vakit ayırmıyorsunuz!"
Eylem, bir an durup yüzüne dikkatlice baktı. Sözlerde samimiyet arıyordu. Tuna'nın bakışlarında aradığını buldu. Tuna, o binada olanları bilmese kesinlikle böyle birini elinden kaçırmayacağını bilecek kadar kendini tanıyordu. İşte tam da bu özgüvenle bakıyordu karşısındaki güzel kadına. Ne kadar süre bakışlarını çekmediler ikisi de bilmiyordu. Müşterilerden birinin seslenmesi ile normale döndüler.
"Şey, teşekkür ederim ama şimdi gitmem lazım."
"Teklifim hala geçerli."
Eylem, sadece kısa bir an durdu, arkasına dönmedi, Tuna'ya bakmadı ama yine de yanağındaki küçük hareketten Tuna onun gülümsediğini anlayabilmişti.
Son kez kendini dizginlemesi gerektiğini anımsattı kendisine. O kadın... O kadın, dolandırıcı, fahi... yok hayat kadını biraz daha iyi bir tabirdi... dolandırıcı, hayat kadını, şarkıcı, barmen ve çok güzel olan bu kadın ilgisini çekmemeliydi. Onunla olan tüm ilgisi yaptığı dümenleri bulmak olmalıydı. Bazı insanların suçlularla birlikte olmasının ardında da bu tuhaf çekicilikleri mi vardı acaba?
Tuna, soğutmadan kahvesinden bir yudum daha aldı. Sonra muhasebecinin adını unutmadan yazdı. Böyle bir yerde aynı isimden kaç muhasebeci olabilirdi ki? Şu tanıtırken soy adı söylememe alışkanlığı yüzünden Birol denen adamın soy adını öğrenememişti. Esnafa sorsa öğrenirdi büyük ihtimalle.
*****
Eylem ile Nisa, odaların temizliklerini yapıyorlardı. Her odada böcek ile karşılaşan Eylem, Nisa'ya seslendi. "Nisa, üç numaralı odadayım, bir dakika yardıma gelir misin?"
Nisa, hızla odaya girdiğinde Eylem kapıyı kapattı. "Odada böcek var. Hemen ilaçlama yapmalıyız."
"Ben de beşi temizliyordum. Banyoda gördüm. İlaçları alıp geliyorum. Bunlar nereden çıktı böyle?"
"Bilmiyorum ama boş odaları da kontrol edelim ve hemen her yeri ilaçlayalım. Foseptiğin olduğu yeri de kontrol edelim. Yeterince ilaç var mı?"
"Vardır. Ben ikimiz için de ayrı ayrı hazırlıyorum."
"Tamam, ben çarşafları falan topluyorum, temizleri bir iki saat sonra yayarız. Bu arada dua edelim de odasına dönen olmasın."
"Gerekirse sen oyalarsın, makine bozuldu, ütü bozuldu falan deriz."
"Görmedikleri sürece bir şeyler söyleriz ama görürlerse hiç iyi olmaz. Çok müşteri kaybederiz."
"Hiç sırası değil. Hem de hiç değil. Tamam ben koşuyorum ilaçları getirmeye."
Sonraki saatleri tüm boş odaları ilaçlayarak, havalandırarak, yeni çarşaf, nevresim ve havlu taşıyarak geçirdiler. Tek tesellileri müşterilerin o süre içinde odalarına dönmemesi oldu. Kontrol ettiklerinde bir iki tane yeni ölmüş böcek buldular. Koku da kalmayınca temiz çarşafları yayıp, işlerini tamamladılar. Temizlenmeyen tek oda vardı. O da odasından çıkmayan Tuna Beyin odasıydı. Eylem, çıktığını görmediği için odada sanıyordu. Nisa da aynı şeyi söyleyince uğramaya karar verdiler. Tek bir böcek bile itibarlarını zedeleyeceği için o oda da mutlaka elden geçmeliydi.
Eylem, en sonunda merakına da yenilerek kapıyı çalıp temizlik için izin istemeye karar verdi. Neredeyse öğlen olmuştu. Bu saate kadar odasında kalması tuhaftı. Kapıyı çalıp ses bekledi. Nihayet içeriden ayak seslerini duydu.
"Merhaba Tuna Bey. Rahatsız ettim ama temizliği yapabilir miyim?"
Tuna, şaşırdığını belli etmeden kapıyı sonuna kadar açtı. Temizliği Eylem'in ve diğer odanın kapısında olan Nisa'nın yaptığını fark etmemişti.
"Buyurun, siz işinizi yaparken ben de işimi yapsam, sorun olmaz umarım."
"Tabii, kusura bakmayın, en sona sizin odanızı bıraktık ama daha fazla geciktiremeyeceğim. Diğer işler için vakit kalmıyor."
"Her işe sizler koşturduğunuz için çok normal sıkışmanız." Bir yandan da aklından öğleden sonraları kapandığı diğer ev geliyordu. Lanet kadının şu an bile görüntüsü çok çekiciydi. Gençlerin niye bu kadar rağbet ettiğini anlamak kolaydı. Makyajsız yüzü, hafifçe dağılmış saçları ile bile bir sürü kadından güzeldi. Hala kapının önünde durduğunu anlayıp kenara çekildi. "Kusura bakmayın aklım işimde kaldı da. Ben balkona çıkıyorum. Siz rahatça işinizi yapın."
Eylem, hafif bir gülümseme ile malzemelerini alıp içeri girdi. İlk kez odasını temizleyecekti. Etraf toplu, yatak kabaca kapatılmıştı. Gözü rahatsız edecek böcekleri arıyordu. Toplam on odanın sadece iki tanesinde çıkmamıştı. Bu odada da yoksa mutlu olacaktı. İlaçlama yapacağını bildirmesi gerekebilirdi. En azından rutin işmiş gibi söylemeye çalışırdı.
Başını çevirip baktığında Tuna'nın balkondaki küçücük masada çalıştığını, parmaklarının hızla tuşlara bastığını, alnının da ortasında kaşlarını çatmaktan bir çizginin oluştuğunu gördü. Kötü bir şeyler olduğunu anlamak için falcı olmak gerekmiyordu. Sessizce işlerini yaptı. Nevresimleri çarşaf ve yastık kılıflarını çıkarttı. Ortada kıyafet yoktu. Banyoya girdi havluları aldı. İlaçlamadan seremeyeceği için ne yapacağını şaşırmıştı. En sonunda konuşmaya karar verdi. Dürüst olmaktan zarar gelmeyeceğini umuyordu.
"Çok özür dilerim, bölüyorum ama bir şey söylemem lazım."
"Elbette, dinliyorum." Tuna beklemediği bir konuşma olacağını anlamış gibi merakla bakıyordu yüzüne.
Kısaca durumu anlattı. Tuna kaşlarını çatmış, bu olayın etkisini düşünüyordu. Kendisi konu hakkında olay çıkartacak son kişi bile değildi ama kimse bunu bilmiyordu.
"Son oda benimki demiştin değil mi?"
"Evet, diğerlerini ilaçladık, havalandırdık."
"Ne kadar havalanması lazım?"
"Tam süre yok ama kokusu az da olsa rahatsız edebilir. Alerjiniz olabilir. O yüzden ya balkonda oturmanızı, ya da aşağı inip ikramlarımızdan faydalanmanızı önerebilirim. Elbette ki bizim hediyemiz."
"İlaçlamadan sonra bana katılman ne kadar sürer?"
"Size katılmam mı?"
"Evet, birlikte bir şeyler içelim. Sabahtan beri çalışıyorum. Tatilimin bir gününü çok çalıştığımı anımsatacak anılar yerine güzel bir hanımefendiyle yapılan sohbetle anımsamak isterim."
"Çok teşekkür ederim. İnanın çok iş var. Başka zaman olsa?"
Tuna, başka erkeklere saatlerce vaktini ayıran genç kadının kendisine yarım saati çok görmesine öfkelenmeye başlıyordu. Müşterilerle flört etmiyorum havası yaratmaya mı çalışıyordu? Sinirlenmeyecek, ters tepecek bir hareket yapmayacaktı. Minik bir gülümsemeyle dudağının kenarını yamulttu. "Eğer yarım saat bile ayıramayacaksan, bir bakmışsın ağzımdan böcek olayını kaçırmışım. Hiç iyi olmaz, hiççççç"
"Sanırım tehdit ediliyorum."
"Ediliyorsunuz küçük hanım. En fazla iki kahve içim süresi istiyorum. Gerçekten konuşacak ve kafamı uğraştığım dosyadan uzaklaştıracak ortama ihtiyacım var." Elbette abartıyordu ama bunu Eylem'in bilmesi gerekmiyordu.
*****
Tam yarım saat sonra Eylem, kendi kahvesini almış, Tuna'nın masasına gelmişti.
"Başka zaman olsa bu tehditlere pabuç bırakmazdım ama kötü köşeye sıkıştım." Halinden şikayetçi gibi değildi. Tuna da onun yüzündeki mutlu ifadeyi görüp rahatlamıştı. "Biliyorum. Biraz dinlen. Aslında her gün birinizi tehdit etmek lazım. Hepiniz aralıksız çalışıyorsunuz."
"Siz de çalışıyorsunuz."
"Benim özel olarak ilgilenmem gereken bir portföy ile ilgili işlemler. Galiba üç saat çalıştım ama istediği hale geldi müşterinin. Yani işim bitti."
"Ne iş yaptığınızı hiç konuşmadık. Çok özel değilse öğrenebilir miyim?"
"Menkul Değerler şirketim var. Yani yatırımlarla ilgili."
"Anladım."
"Para işlerini sever misin? Pansiyonun muhasebesini sen tutuyorsun."
"Sevmem. Ama mecburen yapıyorum. Hele yatırımdan hiç anlamam."
Tuna, istediği fırsatı yakalamıştı.
"İki konuda da yardımcı olabilirim. Hem muhasebenizi inceler en basit hale getirebilirim, hem de yatırımlarınızı en iyi kazanca yönlendirebilirim. İnternet üzerinden takip edebilirsin."
"Muhasebe çok zorlamıyor. Kazançlarımızı değerlendirmek güzel ama bu sezon bir kuruş bile riske atamam."
'atamam' demişti. Atamayız dememişti. Sanki pansiyon da, gelir de onunmuş gibi konuşması şüphelerini desteklemişti.
"Eminim zorlanmıyorsundur. Sadece senin bir iki saat kendine vakit ayırman, ya da dinlenmen için yapabileceğim bir desteği sundum. Hem emin ol, elim hızlıdır. Hatasız çalışırım. Eğitimim yeterli, seni temin ederim."
"Çok teşekkür ederim. Bunu anneanneme danışayım. O tamam derse yardımınızı kabul ederim." 
"Ben konuşurum. Anlayacağından eminim."
"Siz bilirsiniz." Eylem, ısrar etmesinden biraz rahatsız olsa da bunu saklamaya çalışmıştı. Kahvesini bitirdiğinde kalkmak istedi.
"Hayır, hemen değil. Bir kahve daha içeceğiz. Sonra çalışmaya devam edebilirsin."
"Gerçekten çok işim var. Sözüm olsun, sonra içelim."
"O zaman sadece kahve olmaz. Bir akşam yemek yiyelim."
"Üzgünüm, yemek olmaz. Her akşam burada yemek servisi yapıyorum. Çok geç saatte de yememiz iyi olmaz."
"İzin günün?"
"Yok."
"Yok mu? Olur mu öyle şey? İş hukuku diye bir şey var."
"Biliyorum. Şimdilik böyle devam edeceğim. İki ay sonra istediğim kadar tatil yapacağım."
"İki ay sonra ne oluyor?"
Eylem tam ağzından kaçıracakken sustu. Sonra gülümseyerek uygun şekilde yanıtladı. "Sezon neredeyse bitecek. Buralara kaçan aile olmaz iki ay sonra. Denize yakın yerler boşalmaya başlıyor. Onca yolu yürümek, merdiven inip çıkmak zor geliyor çoğu insana."
"Keyifli bir yol aslında ama evet, her gün inip çıkmak bir süre sonra zorluyor. Küçük bir teleferik sistemi kurulabilir. Ya da aşağıya bir büfe kurulup müşterilerin daha keyifli zaman geçirmesi sağlanır."
"Teleferik çok pahalı. Henüz yapamayız. Büfe yerine bir çocuk çalıştırıyorduk. Aşağıdan istekler olunca o yüklenip indiriyordu. Bu yaz olmadı. Seneye yeniden çalıştıracağız. Hatta temizlik için bile birilerini tutacağız. Bu sene işler biraz karışık. Tüm sorun bu aslında."
"Anladım. Yabancıya verilecek kadar para yok. Ben Dudu Hanımla konuşayım. Hem yatırımlar için hem de neler yapılabilir diye."
"Çok teşekkürler. Düşünmeniz bile yeter."
Tuna, biraz daha oyalamak, kadının kendisini değerli hissetmesini, bedenini satmamasını sağlayacak bir şeyleri ortaya çıkartmak istiyordu. Sanki kurtulmak istiyormuş gibi düşünmek, iki ay sonra bu işi bir daha yapmayacağını duymak, belki yeni bir yaşama adım atmasına yardımcı olmak... O bunları düşünüp, gözlerine bakarken Nisa'nın sesi ile dağıldı.
"Eylem, seni bekliyorlar."
Eylem, kimin beklediğini tahmin etmiş gibi hemen başını arkadaki evin kapısına çevirdi. Bir delikanlı vardı yine kapıda. Hatta yanında bir de genç bir kız. Tuna, hayretle ikiliye baktı. Bu kadının bu kadar fütursuz oluşu sinirlerini bozuyordu. Az önce düşündüğü her şeyi bir yana bıraktı. İflah olmaz birini normal bir yaşama döndürmeye çalışmanın manası yoktu.
"Kim onlar?"
"Merkezden geldiler. Biraz işimiz var onlarla. Kahve ve mola için teşekkürler. Size yeni kahve yollayayım mı?"
"İstemiyorum, teşekkürler."
Eylem, sert yanıtla şaşırmıştı. Bir an baktı Tuna'ya. Genç adamın gözlerinde hiddet mi vardı? Niye ya da neye kızmıştı acaba?
Düşünmeye vakti yoktu. Boş fincanları mutfağa bırakıp kendisini bekleyenlerin yanına gitti.
*****
Eylem, et ürünleri gecesi için kasaptan gelenleri tezgaha yerleştirirken telefonu çaldı.
"Hemen sattım demeyeceksin değil mi?" Son derece neşeli sesle açmıştı telefonu. Paket yerine ulaşmış olmalıydı. "Ne diyorsun? Nasıl olur?" Tüm neşesi kaçmıştı. Bütün planları alt üst olmuştu. Mutfakta çalışanlara bir şey belli etmeden dışarı çıktı. Tam işler yoluna giriyor derken bu nasıl olmuştu?
Koşarak kendi kullandıkları binaya girdi. Odasına ulaştığında artık daha rahat konuşuyordu.
"Sadece benimkiler mi? Kim niye böyle bir şey yapar ki?" Karşıdan aldığı her yanıtla biraz daha yıkılıyordu. "Kurtarılacak gibi olan yok mu?" Bir yandan gözünden akan yaşı silerken bir yandan da telefondakine yanıt verdi. "Hepsini bana geri yolla. Bu akşam verirsen yarın elimde olur." Bir süre daha konuştuktan sonra kapattı telefonu. Kim niye böyle bir şey yapmış olabilirdi? Kim olacak, o paraları kazanmasını istemeyen birileri elbette. Sadece onunkiler parçalanmıştı. Yani kasıt ve bir uyarı vardı bu harekette.
Hesapları şaşmıştı. Muhasebe kayıtlarına bakmak için odadan çıktı. Ana binaya girdiğinde Tuna ile burun buruna geldi.
"Az önce Dudu Hanım ile konuştum. Tam seni aramaya çıkmıştım. İzin verdi. Kısa süre bile olsa biraz daha uyuman için razıymış benim çalışmama. Ama bu akşam yemeğim bedavaymış."
"Tuna Bey, sistemi anlayana kadar tatiliniz biter. Niye böyle bir zahmete giriyorsunuz?"
Tuna, gerçek niyetinin rakamları öğrenmek olduğunu söyleyemeyeceği için minik bir yalanla idare etti. "Böylece sadece dinlenmeyecek, biraz da bana vakit ayırabileceksin diye düşünüyorum. Haksız mıyım?" Bu flört ediyorum havası işe yarayacak tek şeydi şu an. Eylem, onun niyetini zaten anladığı için dilinin ucundaki yanıtı vermişti hemen. "Müşterilerimiz ile duygusal yakınlıklar yaşamıyoruz, böyle bir teklifi kabul edemem."
Tuna, anlamazlıktan gelerek, "Duygusal yakınlık mı? Ben öyle bir şey mi söyledim? Kahve içebildiğine göre, yemek de yiyebilirsin. Ara sıra konuşacak birinin olması güzel. Hem zaten en az bir hafta daha buradayım. Yani hem işi kavrarım, hem de eğlenirim." dediğinde genç kadın bir an kendini kötü hissetmişti. Acaba gerçekten yanlış mı anlamıştı? Oysa bu cümleyi kurarken bile çok beğenerek bakmıyor muydu gözleri?
Eylem, vazgeçiremeyeceğini anlayınca büronun kapısını açtı. Odadaki klimayı çalıştırdıktan sonra dosya dolabını, evrakların düzenini, neyi nasıl yaptığını kısaca anlattı. Tuna dolabın içindeki eski evrakların olduğu dosyaları da görünce sevindi. Genç kadın söyleyeceklerini bitirdikten sonra banka hesaplarına girdi. Birikimleri kontrol etti. Tuna arkada ayakta duruyor, sadece rakamlara bakıyordu. Daha sonra hesap adı dikkatini çekti. Soy adını okuyamasa da adını çok net okumuştu durduğu açıdan. Demek ki Eylem gerçek adıydı!
Eylem adına açılmıştı hesaplar!
Nasıl bu kadar rahat kandırdığını anlayamadığı kadın sayesinde anneannesinin beş kuruşu kalmamış olabilirdi.
Genç kadının rakamlara baktıktan sonra oflayarak yerinden kalkması ile arkasındaki Tuna ile yakınlaşması bir olmuştu. Çiçek kokulu parfümü dolmuştu burnuna. Tuna, hala etkilendiği için kendine kızarak biraz uzaklaştı.
Eylem'in vedalaşıp gidişinden sonra hızlıca tüm dosyaları taradı. İşini bilen gözleri ile pansiyonun kapasitesini, kazancını, giderlerini hepsini öğrenmişti bile. Banka hesaplarında gözüken rakamlar küçüktü. Zaten büyük paranın Eylem adına yattığını gördüğü için şaşırmamıştı bu duruma. Borç gözükmüyordu. Genelde nakit ve çek ile ödeme yapılıyordu. En azından kapıya dayanacak alacaklı olmayacağı için rahatlamıştı. Aynı yıla ait faturaları ve kazançları gösteren belgelerin hiç biri büroda değildi. Tüm bilgileri eski dosyalardan almıştı. Geçen seneki kazançlarla bu seneyi tahmin etmek güç değildi. Sadece çok büyük ödeme olması halinde bu sene bu kadar parasız kalınacağını anlamak için tecrübeli muhasebeci olmaya gerek yoktu. Birol denen adamı bir ziyaret etmeliydi. Artık elinde yetki de vardı nasılsa. Anneannesini arayıp Tuna hakkında bilgi istese bile onay alacağından ve belgeleri göstermek zorunda kalacağından emindi.
Tapu belgelerini arasa da bulamadı. Vekalet bulmuştu. Satış izni olmayan, diğer yasal işlemler için verilmiş vekalet de rahatlatmıştı. Sahte vekalet falan hazırlamazdı inşallah. O zaman daha büyük sorunlar yaşayacakları netti. Ya çok tedbirliydi ya da sadece nakit ile kaçacaktı ki bu çok da şaşılacak bir şey değildi. İz kaydı yaratmayacak bir kaçış...
Acaba fahişelik yaptığı saatlerde kaç para kazanıyordu? Yine küfür savurup kendisi için çocuk oyuncağı olan işleri bir çırpıda toparladı. İşi bittiğinde kapıyı kilitlemiş, anahtarı vermek için Eylem'i aramaya başlamıştı.
Anneannesini görünce onun yanına gitti. Büronun anahtarını uzatıp, bugünlük bitti, dediğinde yaşlı kadın, bol bol teşekkür etmişti. Oysa Tuna, o andan itibaren Eylem'i suçüstü yakalamak için plan yapmaya başlamıştı. Kendi işlerini iki ay daha aksatamazdı. Yerine birisini çağırmayı, onun gözünü Eylem'den ayırmamasını sağlayabilir miydi? Kimi yollayacaktı? Elbette ki ortanca kardeşini...
"Sizi çok yorduk, bu akşam başka bir sözünüz yoksa birlikte yiyelim mi yemeğimizi?"
Tuna, anneannesinin yüzüne baktı. Bu kadını sevmek istemiyordu ama çoktan o duvarı aşmış, içi ısınmış, muhabbetinden zevk alır olmuştu.
"Seve seve."
"Benim masamı özel hazırlasınlar. Çok yakışıklı bir konuğum olacak."
Tuna, sarılıp öpmek istediği yaşlı kadına sadece gülerek yanıt verdi. Acaba kim olduğunu bilse yine bu kadar iyi davranır mıydı?
*****
Yemek boyunca yaşlı kadın, ailesini, işini, özel hayatını didik didik etmişti. Tuna, her soruya yanıt vermiş, sadece annesinin adını ağzına almamıştı. Kardeşlerinden, ölen babasından bahsetmişti. İşinden bahsedince maaşını sorması hoşuna gitmişti. Şirketin sahibi olduğunu söylemesi gerekmemişti.
Eylem, sahneye çıktığında Tuna arkasına yaslanıp dinlemeye başladı. Dudu, genç adamın yüzüne kısa bir an baktı.
"Hiç evlendin mi?"
"Hayır."
"Hiç evlenmeyi düşündün mü?"
"Erkekler için, biri çıkıp düşündürene kadar evlilik akıllarına gelmez, derler."
"Biri çıkmış."
"Yanlış biri."
"Kötü şans. Kızım da yanlış birine aşık oldu. Sözümü de dinlemedi. Çekti gitti."
"Eylem'in annesi mi?"
Dudu, yanıt veremeden sahneyi aydınlatan lambalardan biri büyük bir gürültü ile patlayınca Tuna şansına lanet etti. Eylem, korku ile oturduğu yüksek sandalyeden inmiş, yüzünü tutuyordu. Bir şey olmuştu. Yerinden fırlayıp sahneye koştu. Patlayan ampulün parçaları etrafa yayılmıştı. Yakın masalarda oturanlar korku ile yerlerinden fırladığı için küçük bir panik havası yaşanmıştı. Eylem, yanına gelen Tuna'nın sorusunu iyi olduğunu söyleyerek yanıtladı. Elini yüzünden çekmiyordu. Küçük bir kan sızıyordu parmaklarının arasından. Tuna, onu yerden kaldırıp Nisa'ya baktı. Nisa çoktan elinde süpürge ve kürek ile geliyordu.
Kimse kanı görmeden Eylem'i mutfak tarafına götürdü.
"Elini çek artık. Cam kalmış olabilir, bakayım şu yaraya."
"Önemli değil ben hallederim."
"Eylem, yeter artık. Çek şu elini." Mutfaktaki iki kadından biri hemen ilk yardım çantasını getirmişti. Tuna, cep telefonunun el fenerini açıp yaraya baktı. Gerçekten küçük bir yaraydı ve ufacık bir cam parçası duruyordu.
"Sakın kıpırdama. Hanımlar, cımbızı olan var mı?" Hemen bir cımbız uzatılınca teşekkür edip ışık altında bir kısmı kanlı ama kalan kısmı parlayan camı aldı. Bir süre daha inceledikten sonra başka olmadığına karar verip yarayı temizleyip kanı durdurdu. "Saçına çok yakın bir yerde. Yara bandı ile kapatabiliriz ama camı çıkartınca kan çabuk durdu."
"Durduysa gerek yok. Çok teşekkür ederim. Bugün sizi çok yorduk."
"Önemli değil. Canın yanmıyor değil mi?"
"Hayır. Gerçekten iyiyim."
"Gel biraz Dudu hanımın yanında otur. Eminim o da çok korkmuştur."
Konuklarına gülümseyerek masaların arasından yürüdüler. Eylem, Dudu'nun yanına geldiğinde eğilip öptü yanağından.
"Canın yandı mı?"
"Hayır, küçük bir sıyrık. Sadece o an biraz korktum. Ne olduğunu anlamadım."
"Biz de korktuk. Su iç biraz. İstersen bu akşam bitir."
"Hayır, devam edeceğim. Konuklar da korktu. İyi gelir hepimize."
"Bu ara her şey ters gidiyor."
"Hepsi yoluna girecek. Sen üzülme. Yarın hem o lambayı değiştirir, hem de tüm tesisatı kontrol ettiririm birisine."
"Tüh."
İkisi de Tuna'ya dönünce, yüzünde tuhaf bir ifade ile, "Kahraman olma şansımı kaçırdım. Hiç anlamam böyle işlerden." dedi genç adam. İki kadın da gülünce o da güldü.
"Hallederiz." Eylem, kendinden emin konuşuyordu. Nisa, uzaktan tamam işareti yapınca yerinden kalktı. "Ben sahneye dönüyorum." Bir adım atmıştı durdu. "Teşekkürler" dedi Tuna'ya. Sonra sahneye çıkıp gitarını eline aldı ve şarkılarına devam etti.
Dudu, Eylem şarkısını bitirince iyi geceler diledi Tuna'ya. Az önce açılan konular kapanmadan masada kalmıştı.
*****
Adının Haluk olduğunu öğrendiği diğer tek erkeği iki gündür görmediğini fark eden Tuna, üçüncü günün sabahı kahvaltıda görünce şaşırmıştı. Demek ki iki gün boyunca başka bir yerlerdeydi. Adamın hareketlerini tuhaf bulduğu için mi, sık sık Eylem'e bakarken yakaladığı için mi sinir olduğuna bir türlü karar verememişti. Eylem'i kıskanmasına gerek yoktu ki. Öğrendiklerinden sonra hayatında olmasını isteyeceği en son kadındı Eylem. Bilmese belki önemi olmazdı geçmişinin ama gözünün önündeydi her şey. Yok sayamaz, unutamazdı. En ufak sorunda o evde yaptıkları aklına gelir, kavgaları büyür, ilişkileri yıpranırdı. Keşke bilmeseydim, derken bulmuştu kendini. 'Keşke bilmeseydim...'
Kahvaltının bitmesine yakın iki takım elbiseli adam gelmişti bahçeye. Doğruca Haluk'un oturduğu masaya giden ikiliyi ayakta karşılamıştı genç adam. Tuna, onlarla ilgilenmiyormuş gibi yapıp bilgisayarında geziniyordu. Tatil yöresinde, açık renk bile olsa takım elbise tuhaftı. Bu adamların ne işi vardı Haluk ile? Kulak kabartsa da konuşmaları duyamıyordu. Hareketlerden hararetli bir konu olduğunu anlıyordu sadece.
Tek duyabildiği adamların ayağa kalkıp el sıkıştığında söyledikleri, "Bugün bitir artık şu işi." cümlesi oldu. Neler oluyordu burada? Kim neyi bitiriyordu? Pansiyonla ya da anneannesi ile ilgili bir durum muydu?
Dudu Hanım'ın nerede olduğunu anlamak için etrafına baktı. Gözükmüyordu. Nisa'yı görünce onun yanına gidip sordu. Odasındaydı. Ziyaretine gidebilirdi.
Ana binadaki odasına doğru yürürken bahçe kapısına doğru koşan Eylem'i gördü. Kapıda, uzun boylu genç bir adam vardı ve o da genç kadına doğru koşuyordu. Sımsıkı sarılmalarını, adamın genç kadını çevirmesini izlemek zorunda kalmıştı. Tam adam öpmek için eğilirken arkasını döndü. Bu takıntılı halinden kurtulmalıydı. Kadının hayatında, aldığı nefesten çok erkek vardı.
Sert adımlarla binadan içeri girip anneannesinin oda kapısına ulaştı. Tam kendi odasının altına denk geliyordu odası. Kapıyı çaldıktan sonra girmesini söyleyen sesle birlikte açtı kapıyı.
"Gelebilir miyim?"
"Gel tabii, gel."
"Kahvaltıda göremedim. Merak ettim."
"Merak mı ettin? Niye?" Dudu, genç adamın yanıtını bekledi. Beklediği yanıt gelmedi. "Bilmem. Gözüm aradı demek ki."
"İyiyim. Hadi gel otur ve gerçekte ne konuşmak için geldiysen onu söyle."
Tuna, sıkıntı ile ensesini ovdu. Nereden başlayacağını bilemiyordu. Sonunda bir haftadır tanıdığı kadına en başından her şeyi anlatmaya karar verdi.
"Anneanne, sana anlatacağım çok şey var. Önce, ben senin torunun Tuna'yım. Hülya'nın oğluyum. Senin hiç kız torunun yok." Tepkisini bekliyordu.
Dudu, bir süre genç adamın yüzüne baktı. Tuna, kadının kalp krizi geçirmesinden korkuyordu. Ağır mı olmuştu bir anda söylemek? Ya bir şey olursa. Hastanenin yerini düşünürken anneannesinin sesini duydu.
"Biliyorum. Kardeşlerini de biliyorum."
"Biliyor musun? Ne zaman öğrendin?" Bu gerçekten şaşırtıcıydı. Bu kadını azıcık da olsa tanıdığını sanmıştı ama şu an hiç emin değildi.
"Doğduğun günden beri biliyorum." Dudu torununa özlemle, sevgiyle bakıyordu. Tuna, aynaya baksa aynı ifadeleri kendi yüzünde göreceğinden emindi. "Niye bir haftadır bir şey söylemedin?"
"Sen niye söylemedin?"
"Başka nedenleri de var ama galiba tanımayı da istedim."
"Ben de istedim. Şimdi gel, bana güzelce sarıl. Sonra da diğer diyeceklerini de." Dudu ayağa kalkmak isteyince Tuna engelledi. Yanına oturdu ve koklaya koklaya sarıldı anneannesine.
Bir süre sarılı duran ikili ayrıldıktan sonra daha yakın oturdular. Tuna, şaşkınlığını tam atamadığının farkındaydı. Lafı nasıl toparlayacağını bilemiyordu. Kaldığı yerden devam etmek en doğrusu olacak kanaatine vardı.
"Anneanne, Eylem hakkında konuşmamız lazım. Onu seviyorsun biliyorum ama o senin sandığın gibi biri değil."
"Nasıl biriymiş Eylem?"
"Kötü biri olduğunu bil yeter. Ona verdiğin yetkileri kaldırmanı isteyeceğim. Hesaplarınıza baktım. Burası iyi para kazanıyor ama eleman alacak paramız yok diyorsunuz. Bankada faturaları ödeyecek kadar paran var. Kalan para..."
"Eylem'in hesabında. Biliyorum."
"Binlerce lirayı ona nasıl bırakırsın? Tamam torunun sanmış olabilirsin ama emin ol o senin torunun değil."
"Sence, seni, kardeşini bilen ben, onun torunum olmadığını bilmiyor olabilir miyim? Sadece yaşlıyım, bunak değilim."
"Niye torun diyorsun ona o halde?"
"Her gün başka ad kullanıyor. Beni kızdırmak için ben ne desem, bugün o değilim, buyum falan diyordu. En sonunda torun demek kolay geldi."
Tuna, bu basit açıklamanın yeterli olduğunu düşünmüyordu. Sevdiği insanı korumak için böyle konuşan yaşlı kadına yeniden sarıldı. Kendisi de defalarca Eylem için mazeretler bulmaya çalışmamış mıydı?
"Bak, sevmeni anlıyorum ama bu onun kötü yönlerini görmene engel olmasın. Burnunun dibinde başka şeyler de yapıyor. Ne olduğunu sorma sana söyleyemem. Sadece polis bir baskın yapsa başın büyük belaya girer diyeyim, o kadar."
"Polis gelse kötü bir şey bulamaz. Fakat aklıma takılan başka. Sevdiğim insanın kötü yönlerini kabullenmem gerektiğini söylüyorsun. Sen kabulleniyor musun?"
"Konu ben değilim."
"Tuna, seni bir haftadır izliyorum. Sen beni fark etmesen de ben seni her gün izledim. Ona nasıl baktığını gördüm. Benim odamın penceresi bahçe kapısını da görüyor. Az önce yine gördüm seni. Kıskandığını saklama. Eylem'e o adama sarıldı diye kızdın. Söylendiğini kulağımla duydum."
Tuna, kızardığını hissediyordu. Söylendiğini duydum dediği küfrettiğini duydum demekti. "Özür dilerim. O an tutamadım kendimi."
"Eylem iyi kız. Onun yaptıklarını yanlış yorumlayan sensin. Tanımadığın biri hakkında bu kadar hatalı yargılara varman hiç doğru değil."
"Bak, para konusunu anlattım. Üç gece önce buradan koca bir kutu çıkartıldı ve kime yolladıysa içinde satılacak eşyalar vardı. Onların parasını da hesabına istedi."
"Olabilir. O kutuda eminim kendisine ait şeyler vardır. Parasını da elbette o alacaktır."
"Sen hep inatçı mıydın?" Alaycı bir gülümseme ile devam etti cümlesine. "Bende ki de soru. Elbette öyleydin. Otuz iki yıl kızınla tek bir kelime konuşmadın. Şimdi de senin iyiliğin için konuşan beni dinlemiyorsun. Bak sana kötü bir şey olmasını istemiyorum. Bugün pansiyona iki adam geldi. Şu Haluk isimli müşteri ile konuştular. Üçü de sinirliydi. Bugün bitmesi gereken işten bahsediyorlardı. Senin etrafında dönen bir sürü dolap olduğundan eminim."
"Haklısın. İnatçıyım. Özellikle haklı olduğum konularda. Babanın yaramaz bir adam olduğunu biliyordum. Siz annenize benzediniz. Keşke daha akıllı davransaydım dedim ama iş işten geçmişti. Ben de çareyi sizleri uzaktan izlemekte buldum. Aynı annen gibi. O da beni sordu hep birilerine. Bunu da biliyorum. Hasta olduğunu da sen söylemesen de ben öğrendim."
"Ama kızını görmeye gelmeyi düşünmedin bile."
"Bana bak delikanlı. Şu acele karar verme huyunu da dedenden almışsın. Deden de böyleydi. İyice düşünmeden, araştırmadan karar verir, doğru olduğunu varsayardı. Ayağımdaki alçıyı görüyor musun? İşte bu alçı, annenin hastalığını öğrendiğim günün hatırası. Başım döndüğü için merdivenlerden düştüm. Çok şanslıydım ki sadece ayağımı kırdım. Alçı çıkınca da gideceğim ziyaretine. Yeter küslük. Hayat kısa ve ben bunu çok geç kabullendim."
"Özür dilerim."
"Dilemelisin de zaten. Daha ne kadar ömrüm var bilmiyorum. Bu süreyi torunlarımla ve kızımla geçirmek istiyorum. Benden sonra buralar size kalsın diye çabalıyorum. Şimdi... İnadı bırak ve söyle, Eylem, senin sandığın gibi biri değilse ne yapacaksın?"
"Anneanne, Eylem'e konu nereden geldi?"
"Tuna, ben dedeni çok sevdim. Deden de beni. Elime gülün dikeni batmasın diye dikenleri tek tek ayıklayan biriydi deden."
"Biliyorum, annem sık sık anlatırdı. Babam ise..."
"Baban, değil diken ayıklamak, kaktüsü dikenli tarafından uzatırdı insana. Aman neyse, ölmüş adamın arkasından kötü konuşmayacağım." Nefeslendikten sonra devam etti. "Akşam, o lamba patladığında bir sen koştun Eylem'in yanına. Herkes ne olduğunu anlamış, yerinden kalkmamıştı. Sen ise ona bir şey oldu sandığın için yanına koştun. Masaya getirdiğinde ondan daha çok sen korkmuştun. O yüzden inkar etme. Torunum, senin için önemli."
"Torunum demesen artık. Gerçek torunun benim."
"Lafı değiştirme."
"Tamam, kabul ediyorum. Onu yaptığı her şeye rağmen çok beğeniyorum. Fakat olmaz. Niye diye sorma olmaz."
"Niye?"
"Sorma dedim ya."
"Sordum bile. Senin utanmana, kızarmana neden olacak ne yapmış olabilir?"
Tuna o anda kapıya yanaşan kamyoneti gördü. Üç gece önce gönderdiği kutu geri dönmüştü. "Bak işte bu kutuydu. İçinde satılsın diye yolladığı şeyler var. Sen inanmak istemiyorsun ama Eylem... Neyse. Hem zaten az önce gördün, hayatında başka erkek var." Sonra da sessizce mırıldandı. "Hatta erkekler var."
"Az önce gelen kardeşiydi. Askerden döndü. Aylar sonra ilk kez karşılaştılar. Eminim şu an ona oda hazırlamış dinlenmesini söylüyordur. Şu kutuya gelince... arkadaki binaya götürecekler onu. Bak, Eylem de geldi yanlarına. Yüzü biraz üzgün mü?"
Tuna, hemen camdan baktı. Gerçekten de yüzü çok farklıydı. "Üzgün. O kutudakileri satıp para kazanacaktı. İstediği değeri bulamadı belli ki."
Dudu Hanım, genç adamın yüzünü izlerken bir taraftan da düşünüyordu. Tuna bir şeyleri yanlış anladığına göre onu düzeltmek bundan sonra Eylem'in işiydi. Bu aptal torununu ya affeder, ya da hayat boyu kendisinden uzak tutardı. O Eylem'in vermesi gereken karardı.
"Tuna, sen şu arkadaki binaya gidip Eylem'e bir baksana. Niye bu kadar üzgün bir sor."
"Olmaz."
"Neden olmasın? Kız çok üzülmüş. Şimdi kapatacak kendini oraya saatlerce çıkmayacak. Hadi git de konuş. Hem kim olduğunu da söyle. Zaten seni hesaplara bakman için yollayınca çok şaşırmıştı. Artık anlar öyle herkese hesaplarımızı göstermediğimizi. Bundan sonra birlikte bakacaksınız işlere. Yani tabii sen gidene kadar."
"Ben de şaşırmıştım kabul etmene ve ne yalan söyleyeyim, iş bilmemene vermiştim bu durumu." 
"Senin bildiğin kadar benim yanılmışlığım var dünkü çocuk. Ben buraları yirmi yıldır işletiyorum. Hadi söz dinle, git konuş."
"Anneanne ben o binaya gitmem. Zorlama."
"Zorlayacağım. Hadi git. Gönlünü de al, hakkında kötü düşündüğün için sana kızacak, hatta belki bağıracak. Tüm bunları müşteriler duysun mu?"
Tuna, ya açıkça söyleyecek ya da sessizce gidecekti. Gitmeyi tercih ettiği an içinde büyük bir bulantı hissetti. Yapamayacaktı. "Üzgünüm. Bunu söylemeyi hiç istemedim ama beni sen zorladın. Eylem, o binada... fuhuş yapıyor."
Dudu Hanım afallamıştı. Duyduklarına inanamıyordu. "Sen ne diyorsun? Ne fuhuşu?"
"Her gün oraya bir sürü genç çocuk geliyor. Hatta genç kızlar bile geliyor."
"Fuhuş? Sen ne dediğini bilmiyorsun!"
Tuna, içindeki tüm duygularla yanıtladı bu kez. "İnan yanılmayı her şeyden çok isterdim. Ama defalarca kapıdan giren gençleri gördüm. Nisa'nın oraya çarşaflar taşıdığına şahit oldum. Her gün tüm öğleden sonrasını o binada geçirdiğini biliyorum. Lanet olsun anneanne, ben o kadının bu işleri yaptığı yere gidemem. Orayı gözlerimle göremem."
"Sen, aşık mı oldun Eylem'e? Nedir bu kadar kıskanmak?"
"Aşık falan değilim. Sadece çok beğendiğim birini o halde düşünmek hiç hoşuma gitmiyor. Sen de beni zorlama."
"Şimdi daha çok zorlayacağım. Hadi kalk git ve yüzleş onunla. Her şeyi anlat, dinle ve konuyu kapat."
Tuna, başka türlü kurtulamayacağını anladığından mı, yoksa kalbi ile beynine 'unut' komutunu vermek istediğinden mi gittiğini bilmiyordu. Adımlarını sürükleyerek binaya ulaştığında içeride birinin olup olmadığını bilmiyordu. Tam kapıya vurmak üzereyken hıçkırık seslerini duydu. Eylem ağlıyordu. Hem de deli gibi ağlıyor, hıçkırıkları dışarıdan duyuluyordu. Kapı kilitli değildi. Eylem, az önce gördüğü kutuyu açmış, hemen karşısındaki uzun pufa oturmuş ağlamaya devam ediyordu.
Tuna ne zaman yanına gidip oturduğunu ve sarıldığını asla hatırlayamayacaktı. "Eylem, ağlama. Lütfen ağlama. Neyse sorun çözülür."
"Çözülmez. Mahvolmuşlar. Kurtaramam onları. Yeniden yapsam da yetişmez. Allah kahretsin. Kurtulamıyorum. Kurtaramıyorum. Herkes bana güveniyordu. Başaramadım." Hem ağlıyor, hem konuşuyordu. Tuna ne olduğunu anlamadan sadece genç kadının yüzüne bakıyordu. Eylem, bakışlarına dayanamayıp adamın omzuna yüzünü gömdü. Hıçkırıkları yüzünden omuzları sarsıldıkça Tuna daha sıkı sarılıyordu. Nihayet sorunun ne olduğunu anlamak için ahşap kutuya baktı.
Kutunun içinde bir sürü parçalanmış tablo vardı. Hepsinde portreler göze çarpıyordu. Genç insanların portreleri...Tuna nihayet içinde bulundukları yeri incelemeyi akıl ettiğinde her tarafta tuvaller, şövaleler, boyalar olduğunu gördü. Uzaktan da olsa gördüğü gençlerin yüzleri vardı tuvallerde. Bazı şövalelerdeki tuvallerde bulunan resimler acemice işlerdi. Burası bir resim atölyesiydi. Boştaki elinin ayası ile alnına vurdu, vurdu, vurdu.
"Sen ressam mısın?"
Eylem, başını sallıyor, burnunu çekiyor ama konuşamıyordu. "Anneannem biliyor muydu?"
Eylem, sorudaki sahiplenme ekini fark etmemişti. Sadece yine başı ile onayladı. Gözlerinden akanları elleri ile siliyor, hemen yenileri o sevimli sivri çenesine doğru akmaya başlıyordu.
"Ders mi veriyorsun?"
Eylem yine başını sallamıştı.
"Özür dilerim. Çok özür dilerim." Tuna, aralıksız mırıldanıyordu. Nihayet Eylem, onun söylediklerini duyup başını kaldırdı. Gözleri çok yakındı ve büyük bir pişmanlık vardı o gözlerde. Niye pişman olacaktı ki pansiyonun konuğu?
"Sen..." Hışımla itti genç adamı. "Sen mi yaptırdın bunu? Nasıl yaparsın? Nasıl emeklerimi yok eder, geleceğimizi tehlikeye atarsın?"
"Sakin, ol, ben bir şey yapmadım, yaptırmadım."
"Niye özür diliyorsun o halde?"
"Sonra söylerim. Şimdi, sakin ol. Gel..." Yeniden kollarının arasına almış saçlarını, ıslak yanaklarını okşuyordu. Hıçkırıklardan sarsılan omuzlar artık biraz daha rahatlamıştı. Elinde boyalarla kirlenmiş bir bez parçası ile burnunu sildi. Uzaklaşmak istediğinde Tuna bırakmadı.
"Seninle uzun uzun konuşmamız lazım. Gerçi benim anlatacaklarım bittiğinde yüzüme bile bakmazsan kızmam. Çok üzülürüm ama haklı olduğunu da kabul ederim. Öyle büyük ki yaptığım eşeklik, nasıl böyle bir hata yaptım, tanımadan nasıl bu kadar yargıladım inan hiç bilmiyorum. Sanırım, tek mazeret, çok hoşlandığım bir kadını başka erkeklerle görmenin beni çok mutsuz etmesi."
Eylem, biraz daha kendini toparlamıştı. Yeniden burnunu sildi. Gözleri hala yaşlarla parlasa da artık ağlamıyordu. "Tuna Bey, ne diyorsunuz, hiç anlamıyorum."
"Daha konuşmaya başlamadım bile. Ben konuştukça kafama bir şeyler atabilirsin. O yüzden önce, ağzım burnum yerindeyken şunu bir yapayım da..." Eylem, ne olduğunu anlamadan Tuna küçük bir öpücük kondurdu. Uzaklaştı ve genç kadının yüzüne baktı. Orada şaşkınlık ve hoşnutluk görünce bir kez daha küçük öpücük bıraktı. Yeniden uzaklaştı. Şaşkınlık azalmış, hoşnutluk artmıştı. Üçüncü kez eğildiğinde karşılayan dudaklar da yanıt veriyor, hatta hafifçe dişliyor, dilini dudaklarında gezdirip yeniden öpüyordu. Tuna daha sıkı sarılamayacağını düşündüğü bir yakınlık içindeydi. Puf üzerinde oturduklarını fark etmelerine neden olan şey ise öpüşürken düşecek olmalarıydı.
"Bunlar ne içindi? Teselli mi?"
"Kimseyi böyle teselli etmedim. Sadece istediğim içindi? Sen teselli olsun mu isterdin?"
"Hayır, teselli için yanağımı uzatırdım."
"Eylem... soy adın ne?"
"Eylem Devrim Nur"
"Devrim Nur mu? Ben seni hep erkek sanıyordum."
"Babam da Devrim Nur. O da ressam." Tuna anımsamıştı. Hatta annesinin bir ara bahsettiğini de anımsayınca sonra sormaya karar verdi. Daha önemli konular vardı şimdi.
"Peki kim niye senin bu resimlerini bu hale soktu?"
Eylem, bir süre sustu. Kısık bir sesle, "Aramızda kalabilir mi?"
"Nasıl istersen!"
Konuşurken farkında olmadan kolunu, yüzünü okşuyor, devamlı gözlerine bakıyordu. Eylem de daha rahatlamış şekilde başını omzuna koyup yüzünü genç adama dönmüştü. Bulunduğu yerin keyfine varıyordu.
"Pansiyonu ve ormanlık alanı Dudu Hanımdan almak isteyenler var. Bu araziler çok uzun yıllar önce sahiplenilmiş. 2B kararları çıkınca herkese kendi yerini belli bedeller karşılığında sattı devlet. Burasının değeri çok yüksek. Her ne kadar denize sıfır sayılsa da denizden yüksek ama zengin birileri buraya kıyıya inen teleferik sistemi kuracak ve büyük bir otel dikecek. Geçen gün sen teleferik deyince beni korkuttun. Onların adamı olduğunu düşündüm."
"Kimsenin adamı değilim. Anlatırım sonra. Aldılar mı yani burayı?"
"Hayır ama benim yüzümden alacaklar. Şu resimleri satabilseydim son iki taksiti de çıkartacak parayı toparlayacaktım. Tamam önce en yakın olanı ödememiz lazım ama diğeri sezondan sonra ödeneceği için şimdiden para bulmamız lazım."
Tuna, kendi malı olmayan bir yer için bu kadar paralanan genç kadını yine anlamıyordu. Fakat bu kez aptalca ön yargıları yerine sormayı tercih etti.
"Eylem, Dudu Hanım senin gerçek anneannen değil, buraları kurtarmak için niye kendini bu kadar paralıyorsun?"
"Nereden biliyorsun olmadığını?"
"Uzun hikaye ve ben o kısma gelmeyi hiç istemiyorum."
"Tamam, nasılsa iş işten geçti. Bu arazinin arkasındaki büyük ormanlık alanı biliyor musun? Aslında yürüyüş falan yapmadın ama büyük parkur dediğimiz yürüyüş alanımız o ormanlık alandan geçiyor. Orası bizim."
"Sizin derken?"
"Annemin yani. Hülya Hatun, annesinden kalan bu alanın böyle kalmasını istiyor. Benim anneannem ile Dudu anneanne komşu arazilerde yaşamış. Benimki ölünce ben de Dudu anneanneyi sahiplendim. Onun da kızı ve torunları var ama uzaktalar. İki senedir burada yaşıyorum. Eğer burayı kurtaramazsak bizim arazimizin kıymeti düşecek, önümüzde beton bir bina yükselecek, ormanımız zamanla yok olacak, birileri Dudu anneanneyi korkuttuğu gibi bizi de korkutmaya başlayacak. Benim iki erkek kardeşim, biraz rahat bir babam var. O resim yapsın, ailesinden kalan parayı yesin, kimse keyfini bozmasın isteyenlerden. Fakat konu ailelerinin tehdit edilmesi olduğunda üçünün de aslan kesileceğini biliyorum."
O ana kadar araya girmeyen Tuna merakla sordu. "Senin annenin adı da Hülya mı?"
"Evet."
"Yani sen annemin çocukluk arkadaşı Hülya'nın kızı mısın?"
"Senin annen kim? Bir dakika... sen Dudu anneanneye ne dedin? Anneannem mi dedin?"
"Evet, ben onun torunuyum. Kızı Hülya'nın büyük oğlu."
Eylem hışımla yerinden kalktı. "Bunca yıldır neredeydiniz? Bu kadını buralarda tek başına niye bıraktınız?"
"Sakin ol. Tamam biz de hatalıydık ama o da pek masum değil bu konuda. Hem o beni biliyormuş. Bir haftadır hiç sesini çıkartmadı."
"Sen buraya bilerek geldin değil mi? Niye, para mı lazım? Mirasını mı kontrole geldin?" Eylem, kendi derdini unutmuş, Tuna'nın niyetini anlamaya çalışıyordu.
"Ah... yapma. Lütfen benim hatamı sen de yapma. Başka bir nedenle gelmiştim. Seni görüp..."
"Ne? Beni görünce çarpıldın ve kalmaya mı karar verdin?"
"Çarpıldığım doğru ama emin ol gerçekleri söylediğimde benden nefret edeceksin."
"Anlat. Zaten her şey kötü gidiyor. Anlat ve biraz daha karart günümü."
Anlattı Tuna. En başından itibaren, annesinin hastalığı yüzünden geldiğini, Eylem'i görünce hissettiği şüphelerini, takiplerini, her yanlış anlamayı tek tek anlattı. Bulundukları bina ile ilgili kısma geldiğinde sustu. Bunu söylemeyecekti. Bir kadına bu kadar büyük bir suçlamayla baktığını anlatamayacak kadar utanıyordu. Bu anneannesi ile arasında sır olarak kalmalıydı.
"Banka hesabını ben takip ediyorum, önceden yolladığım resimlerin satış paraları da oraya yatıyor. Aslında daha çok ederler ama acele edince ve elimde az resim olunca bu proje geldi aklıma. İlçede yaşayan gençlerle çalıştım. Hemen her gün altı saate yakın süreyi burada farklı gençlerin portrelerini çizerek geçirdim. Ben onların resimlerini yaptım, karşılığında bedava ders verdim. İçlerinde gerçekten yetenekli olanlar var." Sonra parçalanmış resimlerine baktı. "İki aya yakın hemen her gün... ve sonra... işte hepsi burada ve hepsi çöp." Son kelimeleri söylerken sesi titremiş yine gözleri dolmuştu.
"Ben bu resimlerin bu hale gelmesinden o kadar memnunum ki."
Eylem gözlerinden kıvılcımlar çıkarak bakıyordu. "Niye memnunsun? Araziyi elimizden alacaklar diye mi? Emeklerim bu hale geldi diye mi? Sen gerçekten ne istiyorsun bizlerden?"
Tuna, o kızgınlıkla bakan gözlere gülümseyerek baktı. Eğilip önce dudaklarını sonra tadını en az dudaklar kadar merak ettiği çenesini öptü. Eylem, öpüşmeleri ile rahatladığını, artık yeniden başlayacak gücü bedeninde hissettiğini söylemek istedi. Tuna yanında olursa bir çözüm bulacağından emindi. Belki banka kredisi alırdı. Nasıl olsa yatırımcıydı ve maaşı vardı. Yakın olan taksit ödendikten sonra yine resimleri ile noksanı tamamlardı.
Tuna, elini saçlarından geçirdi, ensesini ovdu, yüzünü buruşturdu, bakışlarını kaçırdı... Hayır, bir şeyler başlayacaksa bu sırla başlayamayacağına göre... "Özür diliyorum. Gerçekten, içten, samimi olarak özür diliyorum. Beni affedebilecek misin bilmiyorum ama bunu söylemem lazım." 
Eylem, kendini çok kötü şeyler duymaya hazırladı. Tuna, ağzının içinde mırıldandı. "Ben senin hayat kadını olduğunu sanıyordum. O gençleri de müşt..." Cümlesi bitmemişti ki yanağında beş parmağı hissetti. Hak etmişti. Çok daha fazlasını hak etmişti.
"Seni domuzzz. Sen ne biçim bir adamsın? Nasıl öyle şeyler düşünürsün? Hayatımda bu kadar büyük bir hakaret duymadım. Sen beni ne sanıyorsun? Çık... çık git buradan. Kalan resimleri kafanda parçalamadan git."
Tuna, başlamadan biten yakınlığın etkisi ile son kez baktı. "Bunu nasıl yaptığımı ben de bilmiyorum ama seni yine de kendim için istiyordum. Hayatımda olmanın bir yolunu bulmaya çalışıyordum. Gördüklerimi unutmak için yollar arıyordum. Şimdi ise olmayan şeyler yüzünden elimle yıktığım her şey için sadece özür dileyebiliyorum."
"Özür diliyormuş. Dua et Dudu Hanımın torunusun..." Sustu, yutkundu, gözlerini sildi ve devam etti. "Ne zaman gidiyorsun? O süre boyunca karşılaşmamak için bir şeyler yapacağım."
Tuna, omuzlarını kaldırdı, derin nefes aldı, gerçek duygularını yansıtan sesi ile yanıtladı. "Yarın giderim. Bir daha geleceğim zaman da başka yerde kalırım. Annemi getireceğim buraya. Buranın havası iyi gelecektir ona. Bana kızsan da ona dikkat edeceğini biliyorum. Ben de öğleden sonraları gelirim. Sen resim yaparken!"
Eylem, kinayeli bir bakış ile güldü. "Evet, ben resim yaparken..."
*****
Tuna, anneannesinin yanına dönmeden önce sert bir içki içmişti. Yüzleşme çok yıkıcı olmuştu. Oysa öpüşmelerini düşündüğünde Eylem'in de kendisinden etkilendiğini anlıyordu. Aptalca bir hata yapmış, belki de hayatında isteyeceği tek kadını kaybetmişti.
Dudu Hanım, uzun süredir ikisini izliyordu. Tuna'nın bar kısmına geçtiğini gördüğünde Eylem'in çıkışını beklemişti. Kızgınlığı yürüyüşünden belliydi. Eh, Tuna hak etmişti. Kıza ya da herhangi birine sorsa orada resim yaptığını söylerdi ama o kendi bildiğini okumuştu. Kocasını anımsayıp gülümsedi. Tuna, hem kıskanıyor, hem kıyamıyordu. Dedesine çok benziyordu. Tipini bile dedesinden almıştı. Odasının penceresinden ikisini izlemeye devam etti. Köşe odaların bu yönünü çok seviyordu. Başını çeviriyor arka evi, yine çeviriyor yemek ve bar bölümünü görüyordu. Eylem çapayı almış, çiçeklerin olduğu tarafa gidiyordu. Toprakla oynayıp rahatlayacaktı. Tuna da yerinden kalkmış ana binaya geliyordu.
Kapı vurulunca gülerek karşıladı torununu. "Kötü gitti değil mi?"
"Felaket." Kendini odadaki koltuğa bırakıp gözlerini kapattı. "Ödemeler ne kadar?" Aldığı yanıttan sonra gülümsedi. "Tamam, artık onları dert etme. Son iki taksit mi?"
"Evet. Sen mi ödeyeceksin? Olmaz öyle şey."
"Olur. Hem zaten bir şekilde benim mirasım değil mi buralar? Kardeşlerim de öyle olmasını isterdi. Zaten ilk taksitin çoğu toplanmış. Kalanları ben halledeceğim. Hesap numarasını ver bana yeter. Şu Haluk denen adamı da buradan atmanın bir yolunu bulalım. Şu son günlerde olanlar onun işi olabilir mi? Bir anda böcek basıyor oteli. Müşteriler şikayet etse pansiyonu bile kapattırabilirler. Eylem'in resimlerini parçalamışlar. Hepsi fazla rastlantı değil mi?"
"Sen hepsini nasıl böyle toparlayıp aynı olaya bağladın?"
"Çünkü kadınlarla uğraştığını düşündüğü için küçük oyunlarla sizi bezdirecek, masraf çıkartacak, geliri azaltacaklar... hepsi oturuyor. Tek hesapta olmayan benim, şu an. O yüzden bu akşam kardeşimi çağıracağım. O yarın burada olur. Ben eve döneceğim. Annemi alıp geleceğim. Bu arada siz taksitleri yatırın, ne belge lazımsa alın ve ayaklarını kesin. En çok üç gün sonra döneceğim. Ben burada kalmayacağım. Siz de aranızdaki tüm sorunları zaman içinde halledersiniz."
"Ya Eylem?"
"Eylem artık yüzüme bakmayacakmış. Haklı. Yaptığımın yenilir yutulur tarafı yok. Keşke söylemeseydim diyorum ama aslında anlamasını da bekliyorum. Ben onu, hayat kadını olduğunu düşündüğüm zaman bile hayatımda istiyordum. Yanımda olsun, bana şarkı söylesin, keyifliyken bol bol konuşsun, beni güldürsün istiyordum. Geçmişini silmeyi aklıma koymuştum. Tek üzüntüm aslında seni dolandırıyor oluşuydu ki bunu da engelleyecektim. Ben ne kadar saçmalamışım. Anlattıkça, bu kadar rezil bir insan olduğum için kendime kızıyorum. Belki zamanla affettirecek bir şeyler bulurum."
"Umarım. Şu an çok kızgın ama anlayacaktır. Aylardır deli gibi çalışıyor. Önceki taksit için borç almıştı. O borçları ödemek için sahneye çıkıyor, garsonluk yapıyordu. Tam bu taksite yetecek parayı toparlarken resimlerinin başına gelen canını sıktı. Senin de onun hakkındaki düşüncelerin tuz biber oldu."
"Anneanne, sen ona olan borcunu nasıl ödeyecektin? Tüm bu emeklerin karşılığı olmalı. Akşama kadar burada çalışıyor, başka yerlere koşturuyor, kendi emeklerini satıp parayı sana veriyor. Bunların geri ödenmesi gerekmiyor mu?"
"Ödeyecektim. Sonraki iki sezon taksitle alacaktı emeklerinin karşılığını. Zaten artık burada yaşamak, o binada resimler yapmak, portrelerine manzaraları eklemek istiyordu. Bundan sonra yaz kış benimle kalacaktı. Bir şekilde ödenecek yani borç."
"Anlıyorum. Neyse ben şimdi kardeşimi ve annemi arayacağım. Onu getirdiğimde kavga etmek yok. Yeterince üzüldünüz ve ayrı kaldınız. Yeni bir şeylere başlayın artık. Geçmiş geçmişte kalsın. Ona da söyleyeceğim. Hastalığının tedavisi için de moral önemli. Buranın havası da iyi gelecek. Hem belki kışın da burada kalır."
"Böylece Eylem'i de sana karşı yumuşatır mı diyorsun?"
"İşe yarar bir düşünce olsa da o benim işim. Aklımda bir fikir var."
"İnatçıdır."
"Belli. Ama benim kadar olamaz. Sen de söyledin, dedeme çekmişim."
"Hık demişsin burnundan düşmüşsün. Hadi hallet işlerini."
Tuna, konuşacak uygun yer olarak odasını düşünse de ilk önce başka bir şey yapmalıydı. Başlarına bir iş gelmeden hem de... gerçi daha ne olabilirdi ki? Ne mi? Mesela yakılabilirlerdi...
"Nisa, bana yardım etsene. Şu resimleri Eylem'den saklayalım." Tuna, Nisa'ya da kendini tanıtmıştı yeniden. Şaşıran genç kadın bir yandan da mutlu olmuştu.
"Niye saklıyoruz? Atacaktı onları."
"Boş ver sen niyesini. Sen bu resimleri kimin satacağını biliyor musun?"
"Biliyorum. Geçen yaz burada kalmıştı. Kayıtlardan adını bulurum. Eylem'e de sorarım ama merak eder. En iyisi kayıttan bulmak. İsmi aklımda nasılsa."
"Süpersin. Sıla nerede yine?"
"Benim kızımın herkesle gezmeye gitme merakı beni öldürecek."
"Kimlerle gitti?"
"Yeni bir aile geldi, onlarla lokanta kısmında oturuyor. Yemekten sonra yürüyüşe gideceklermiş."
Tuna aklına gelen kötü şeyleri söylemek yerine, "Bir iki gün kızını yabancılara emanet etme. Hatta anneannemden başkasına bırakma. Ben yine geleceğim. O arada kardeşim buralarda olacak. Gerekirse ondan yardım iste ama çocuklu bile olsa başkalarına sakın verme Sıla'yı."
"Beni korkuttunuz Tuna Bey. Niye öyle dediniz?"
"Şimdi vaktim yok ama sonra anlatırım. Hadi gel şu kutuyu halledelim. Sonra da Sıla'yı alıp anneanneme bırak."
*****
Eylem, tüm gün bahçede yabani ot toplamış, çapa yapmış, avuçları su toplayıp can acısından çapayı elde tutamayacak hale gelene kadar çalışmıştı. Sadece çalışmıyor, bir yandan da ağlıyordu. İlk gördüğü andan beri hoşlandığı adamın kendisini fahişe sanmasını kabullenecek değildi. Bu kadar terbiyesiz, seviyesiz bir düşünceyi aklı hala almıyordu. Tamam, bilmeyene öyle gözükmüş olabilirdi ama niye sormuyordu? Hem de öpüyordu! Güzel öpüyordu. Yine ağlamaya başlamıştı. Avuçlarında su toplayan yerleri halletmesi gerekiyordu. Yine resim yapmalı, yine gitar çalmalı ve hatta temizlik yapmalıydı. O üzgün diye işler beklemeyecekti. Bir de yol bulmalıydı. Taksit için noksan kalan kısmı bulmalıydı.
Saatler önce hışımla çıktığı binaya girdi. Kırılmış tuvaller kaldırılmıştı. Nisa yapmış olmalıydı. Yarım olanların içlerinde bitmeye en yakın olanları elden geçirdi. Çok sıkı çalışırsa bir hafta içinde en az iki ya da üç tanesini bitirirdi. Bunları satmaktan başka çere gelmiyordu aklına. En kötü ihtimal arabasını satacaktı. Aslında onu her durumda satışa koymalıydı. Ve daha da kötüsü Dudu anneanne ile yüzleşmeliydi. Tuna hakkında her şeyi bildiğini ve onunla aynı ortamda olmak istemediğini anlatmalıydı.
Ana binaya giderken yemek bölümünde gördü yaşlı kadını. Yanında Sıla'dan başka kimse yoktu. Mama sandalyesinde oturan kıza bir şeyler yediriyordu.
"İyi misin?"
"Senden iyiyim. İşler çok karışmış. Hadi otur da konuşalım."
"Resimlerin durumu çok kötü. Acil para bulmam lazım."
"Artık üzme kendini. Tuna hallediyor o işi."
"Nasıl hallediyor? Maaşı yeter miymiş onun?"
"Bana haber uçuranlar onun çalışan eleman olduğunu söylemişti ama o şirketin sahibiymiş. İki taksiti de ödüyor. Artık dinlenecek biraz kendine bakacaksın. Sen de rahat et artık."
"Ona borçlu olmayı istiyor musun gerçekten?"
"Ona borçlu olmayacağım. Ben asıl sana borçluyum ve bunu da ödeyeceğim. O mirasını koruyacakmış. Senin gibi yani."
"Onunla benim hiç ortak yanımız yok."
"Bana öyle gelmese de kızgınlığını anlıyorum."
"Anlayamazsın. Öyle şeyler söyledi ki hala aklım almıyor."
"Sen dua et bana sormadı, kızı sen mi pazarlıyorsun diye."
"Biliyor musun?"
"Bana söylerken halini görmeliydin. Kıpkırmızı oldu. Çok utandı ama yine de yanağındaki kızarıklık kadar koyu değildi."
"Ona vurdum. Sonra fark ettim ne kadar sert vurduğumu. Elim acıyordu. Hala da acıyor. Su topladı."
"Vurdun diye mi?"
"O kadar da değil. Çapa yaparken eldiven takmadım."
"Gel ilaç sürelim." Kırık ayakla yerinden kalktı. Ecza dolabından ilaçları alıp yerine oturdu. Eylem, onun yerine gidip almayı akıl edemeyecek kadar kötü durumdaydı. Genç kadının elini kucağına alıp yaraların üstüne merhemi sürmeye başladı. Başı öne eğik, dikkatlice sürerken bir yandan da omuzları titriyordu. Eylem bir süre ağlıyor sandı üzüldü. Ama karnı da oynamaya başlayınca güldüğünü anladı. O da gülmeye başladı. O kadar çok güldüler ki gözlerinden yaş geldi.
"Beni fahişe sanmış." diyor yine kahkahayı basıyordu. Dudu ise kendisinin mesleğini dile bile getiremiyor yine gülüyordu. Dakikalar sonra ara ara kıkırdayarak sustular. Genç kadının eli hala Dudu'nun elinin içindeydi.
"O seni seviyor biliyorsun değil mi?"
"O beni tanımıyor bile."
"Sevmek için tanımak şart mı? Sevdikçe tanır, tanıdıkça seversin. O seni dolandırıcı sandığı zaman da seviyordu. Fahişe sandığında da seviyordu."
"Hala inanamıyorum. Bunu nasıl düşünür?"
"Düşünmedi, kıskandı. Neyse artık görüşmeyeceksiniz nasılsa. Yarın gidiyor. Sonra da kızımı getirecek ama senle karşılaşmamak için başka yerde kalacak."
"Olmaz öyle şey. Burada kalsın. Sorun olmaz." Daha önce kendisinden duyduğu halde bir kez daha duymak içini acıtmıştı. Şimdi bile görmek istiyor, üzgün halini görüp hem rahatlamak hem de hıncını almak istiyordu. Dudu, genç kadının yüzünü incelerken yanıtladı.
"Olur. İkiniz de üzülürsünüz. Yani en azından torunum üzülür. Belki biraz da sen üzülürsün."
"Başka yerde kalırsa daha çok üzülürüm. Zaten yıllardır görmüyordun. Ben de aranıza girmeyeyim." Hem belki kendini affettirmeye çabalardı. Belki onsuz olmayı istemez, özlerdi. Belki de hiç ilgilenmez, yoluna giderdi. Sonuncuyu sevmese de ihtimaller dahilindeydi.
Dudu, başını sallayıp, "Söylerim." dedi.
*****
Eylem, resimlerin akıbetini Nisa'ya sormuş, çöpe attığını öğrenince önce biraz üzülse de sonra en iyisinin onun tarafından atılmak olduğuna karar vermişti.
Ertesi sabah Tuna'nın biraz daha genç görünümlü olanı kapıdan girdiğinde Eylem de kendi kardeşi Devran ile işleri konuşuyordu. Adının Tolga olduğunu söyleyen genç Tuna'yı sorduğunda Eylem'in yüreği hoplamıştı. Adını duymak böyle yapıyorsa, dünden beri görmediği adamı karşısında görünce ne olacaktı? Oda numarasını söyledikten sonra yolu gösterecekken kardeşi ondan önce davranıp, ben gösteririm, deyince rahatladı.
*****
Tuna, kapı çalındığında küçük bir umutla belki Eylem'dir diyerek yürüdü açmaya. Ama karşısında kardeşi ile adının Devran olduğunu öğrendiği Eylem'in kardeşini gördü. Kardeşi ile sarılırken geri dönmüş giden Devran'a seslendi.
"Tanışmadık daha, ben Tuna. Dudu anneannenin torunuyum. Bu da kardeşim Tolga. Sen de Devran olmalısın."
"Evet, memnun oldum."
"Ben de. İki dakika içeri girer misin? İkinizle de konuşmalıyım."
Devran kendi kardeşinden bile küçüktü ama çelimsiz değildi. Zaten askerden yeni geldiği için antrenmanlı da olmalıydı. İkisine de pansiyonu, olanları ve ne istediğini söyleyip daha önceden hazırladığı valizini yanına alıp kapıya yöneldi. "Üç gün sonra gelmiş olurum. Buralar size emanet."
Danışmaya yaklaştığında Eylem'in müşteri ile ilgilendiğini gördü. Sesini duymak bile iyi gelmişti. Kendisinden tarafa bakmasını bekledi. Nihayet diğer müşteri ile konuşacakları bitince yüzünü asarak dönüp sessizce konuşmasını bekledi.
"Gidiyorum. Bugün para hesaba yatacak. Ödemeyi hemen yaparsan resmî sorun kalmaz. Diğer işler için Tolga ve Devran dikkatli olacak. Nisa'ya da söyledim, sizler de dikkat edin. En çok da Sıla'ya. Bir sürü saçma haber okuyoruz. Birine konu olmayalım. Sanırım üç gün sonra döneceğim. Burada kalmamın sakıncası olmadığını söylemişsin. Umarım öyle olur. İyi günler."
Eylem, nefes bile almadan dinlemişti her şeyi. Bu adamın bu kadar detay düşünmesi hoşuna gitmişti. Üç gün... üç gün olmayacaktı etrafta. Sanki on gün önce var mıydı? Sadece bir haftadır tanıyordu.
Dün akşam pansiyonun otoparkına getirdiği arabasının anahtarını cebinden çıkartan Tuna, bir şeyler söylemesini beklemeden kapıya doğru yürüdü. Hiç ummadığı bir anda arkasından, "Dikkatli ol." diyen sesi duydu. İçinde bir yerler erimişti. Dursa, dönse yanına gitse, sarılsa, o tatlı öpücüğünden bir tane alsa, yanında götürse, onunla uyuyup onunla uyansa... Hayır, şimdi değil... Çünkü şimdi dönerse tekrar yola çıkacak gücü bulamayacaktı.
*****
Üç günlük bekleme beş güne çıktığında Eylem merakla neden geciktiğini sorup duruyordu. Acaba yaşadığı yerde başka biri vardı, onu görünce aklı mı karışmıştı? Annesini getirecekti. O da olmamıştı. Dudu anneanneye soramıyordu. O da inat etmiş tek kelime etmiyordu. Tolga bilse de Devran'a, Devran bilse de kendisine söylemiyordu... iletişim kuramamak delirtiyordu.
Nihayet tüm tehditler bitmiş, taksitler ödenmiş, resmi işlemler tamamlanmıştı. Beşinci gün resimlerinin satışını yapan galeri sahibi arkadaşı mesaj atmıştı. Hesabına resim parası yatmıştı. Hangi resmin parası olduğunu bile anımsayamadı. Elde kalmış resim mi vardı? Kafası karışıktı. Eskilerden biri satılmış olmalıydı. Arkadaşını aradığında yoğun olduğunu fırsat bulunca arayacağını söyleyip kapatmıştı telefonu.
Hesabındaki paraya baktığında gözleri kocaman açıldı. Hata vardı. Parayı kullanmadan iade etmeliydi. Yanlış yere yollamıştı. Mutlaka öyle olmalıydı. Arkadaşına hemen mesaj attı. Parayı doğru hesaba aktarmak için bilgi istedi. Yanıt gelsin diye beklerken akşam olmuştu bile. Saatlerdir resim yapıyordu. Portrelerinin başına gelenden sonra yeniden o tarz resim yapmak için isteği kalmamıştı. Daha önce fotoğrafladığı manzaraları çalışmaya başlamıştı. Artık acelesi yoktu. Hiç ummadığı bir şekilde işler yoluna girmişti. Tek sorun kalbinin ağrımasıydı. Onu da atlatabilse mutlu olacaktı.
*****
Nisa, gelenleri gördüğünde mutlulukla gülümsedi. Hülya Hanım annesine çok benziyordu. Tuna, danışma masasında Nisa'yı görünce hayal kırıklığına uğrasa da aslında bir yandan da sevinmişti.
Annesini anneannesi ile buluşturduktan sonra bulurdu Eylem'i. Asıl olay buydu şu an. Yıllar sonra bir araya gelecek anne-kızın kavgasız konuşabilmesi önemliydi.
Dudu, onların gelişini görmüştü. Odasından çıkıp yanlarına gelirken Hülya da annesini görmüş, yanına gelmesini beklemeden koşmuştu. İkisinin sarılmasını gören Tuna önce şaşkın, sonra gülerek baktı hayatındaki yeni ve eski kadınlara. Kavga etmesinler diye neler yapabileceğini düşünüyordu ama onlar çoktan güle ağlaya sarmaş dolaş odaya geçmişti bile.
"Nisa, hiç rahatsız etmeyelim onları. Şey..."
"Eylem mi?"
"Evet, iyi mi?"
"Çokkk, o kadar iyi ki etrafına gülücük saçıyor."
Tuna, onun sözlerine gülerken umutlanmıştı. "Hala kızgın mı bana?" diye sorduğunda alacağı yanıttan korkuyordu.
"Adını hiç anmadı."
"Desene hiç şansım yok."
"Bence tersi mümkün. Eğer her an söylenip kızgınlığını dışa vursa çoktan silip attı seni bile diyebilirdim. Ama bu durumda hala bir yerlerde saklıyor bence."
"Nisa, sen haklıysan Sıla'nın eğitim masrafları benden."
"Tuna Bey, inşallah haklıyımdır ama bu kadar büyük bir hediyeyi kabul edemem."
"Hediye olduğunu kim söyledi? Benim aklımda başka şeyler var. Ama işte tüm o aklımdakiler için Eylem'in beni affetmesi lazım. Bakalım çabalarım işe yarayacak mı?"
*****
Tuna, elindeki paket ile arka binaya ulaştığında Eylem'in içeriden gelen sesi ile kapıda kalmıştı. Telefonda konuştuğu belli oluyordu. Yavaşça açıp kapının eşiğinde beklemeye başladı. Eylem, bir elinde telefon diğerinde boya fırçası bir resmin önünde hem konuşuyor, hem çalışıyordu.
"Bu sana bıraktığım kaçıncı mesaj sayamadım. O parayı doğru kişiye ulaştırmam lazım. Çok büyük bir para ve sahibi seni dava edebilir. Hadi artık dön ve konuşalım. Gerçekten rahatsız oluyorum. Gözüme uyku girmez bu gece. Ara beni."
Telefonu üstü temiz bir sehpaya koyarken kapıdaki Tuna'yı gördü. Donup kalması Tuna'yı biraz cesaretlendirmişti. Telefonu ya da fırçayı hatta fırçaların durduğu cam kavanozlardan birini atmadığına göre şimdilik şansı vardı.
"Merhaba. Girebilir miyim?"
Yanıt alamayınca şansını denedi ve içeri girip elindekini kapının yanına bıraktı. Kapıyı kapatmayı da unutmadı.
"Artık portre yapmıyor musun?"
"Bunu sormak için mi geldin?" Sesi biraz sertti ama kavga ettikleri güne göre yumuşacık sayılırdı.  
"Hayır ama senin portrelerinin ne kadar güzel olduğunu artık biliyorum."
"Hâlâ beni mi araştırıyorsun? Dolandırıcı ya da fahişe olmadığım konusunda tereddütlerin mi var?"
"Tereddüt mü? Onları aştık sanıyordum. Tamam, affı neredeyse imkansız bir hata yaptım ama bence beni affedecek bir yol bulursun sen. Gerçi bir küçük itirafım var. Evet seni araştırdım. Eski yeni tüm sattığın resimlerini incelemeye çalıştım. Bazılarını tanıdıklarım almış olduğu için şanslıydım. İki portreni bu sayede yakından gördüm. Galeriye de uğradım. Orada kataloglar vardı. Çalışma tarzını sevdim. Gördüğüm kadarıyla manzara konusunda da başarılısın ama bence portrelerine geri dön. Hatta ilk olarak benim resmimi yap. En aptal portre diye satışa çıkartırsın."
"Neden yaptın bunları?"
"Seni ve resimlerini tanımak, beni affetmen için bir yol bulmak amacıyla yaptım. Bak teklifimi düşün. Benim portremi çok iyi paraya satarsın."
"Bence seni kimse almaz."
"O zaman ben alırım. Eğer beni affetmezsen portremi dart tahtası yaparım."
"Bu olabilir. Alnına o okları saplamak eğlenceli olacak."
"Benimle birlikte atacaksan hiç sorun yok."
"Annen geldi mi?"
"Evet geldi. Konuyu değiştirme. Benimle birlikte atacak mısın dart oklarını?"
"Anneannenle görüştü mü?"
"Evet, görüştü. Sana konuyu değiştirme dedim."
"Kavga etmediler inşallah."
"Etmediler. Eylem... konuyu değiştirme. Benimle atacak mısın okları."
"Hayır."
Tuna, yeni bir soru beklemiş, yanıt için hazırlanmışken aldığı yanıt ile afallamıştı. "Hayır mı? Beni affetmeyecek misin?"
"Şu an af aklımın köşesinden bile geçmiyor. O yüzden şansını zorlama."
Tuna, sözlerin ardındaki gerçekleri görmek için gözlerine baktı. Dili hayır dese de gözleri demiyordu. Yanılıyor olamazdı. En iyisi son şansını denemekti.
Kapının yanına bıraktığı paketi aldı. Kağıdı yırtmaya başlamadan önce genç kadının meraklı yüzüne baktı.
"Bu resmi sen yaptın. Çok özel, çok güzel bir resim. İlk hallerine benzemese de istediğim gibi oldu diyebilirim. Benim için değeri çok yüksek. Belki bazı şeyler için erken. Dedeme benzediğimi sık sık söyleyen anneanneme inanıyorum. Dedem, onu görür görmez evleneceği kız olduğunu anlamış. Ben de keşke anlasaydım. Aslında anladım ama sonra o kadar çok kafam karıştı, o kadar büyük hatalara düştüm ki elimdekini kaybettim. Artık tüm çabam seni geri kazanmak için. Ve o gözlerde beş gün öncenin nefretinin yerine ilgi görüyorum. En azından dinliyorsun. Bunu da hem ömür boyu kabahatimi anımsatacak, hem de pişmanlığımı ifade edecek bir sanat eseri olarak düşünmeni istiyorum."
Eylem, karşısındaki adamın samimiyetine ne ara inanmaya başladığını bilmiyordu. Belki de ilk özür kelimesini duyduğunda. Çünkü öylesine söylenen ile kalpten geleni ayırt edecek kadar çok duymuştu bu kelimeyi.
Kağıdı yırtmaya arka tarafından başlamıştı. Neyi sakladığını halen anlamadığı ambalaj kağıdını da düşmesin diye bir eliyle tutmaya devam ediyordu. Nihayet artık tutamayacağı kadar büyük yer yırtılınca ön tarafın açılmasını sağlamak için elini çekti.
Bir buçuk metreye bir buçuk metrelik dev bir tablo çıkmıştı ortaya. Bilindik bir tablo değildi. Üstünde bir sürü göz, kulak, burun, saç olan bir tabloydu. Muhteşem bir kolaj ile bir araya gelmiş yüz parçaları vardı. Ürkütücü olacağı yerde her bir parça insanda merak uyandırıyordu.
Eylem, iki adımda tablonun yanına ulaştı. Ellerini parçaların üstünde gezdirdikçe yutkunuyor, nefesi kesiliyordu. Parçalanmış tablolarının her bir detayını yakalıyordu tuvalde.
"Bunu nasıl yaptın?"
"Ben yapmadım. Galerici arkadaşın bu konuda uzman bir sanatçı buldu. Ne istediğimi anlattım, sonuç bu oldu."
"O hesaba yatan para bunların karşılığı mı? Orada on tablo parası var neredeyse."
"Evet, o senin paran. Tablolarını satın aldım."
"O tablolar kırıktı. Beş para etmezlerdi."
"Emin misin? Bu elimde tuttuğum tablo bana göre verdiğimin çok üzerinde bir değere sahip." Büyük ve ağır tabloyu masaya dayadı. Gecikmesinin nedeni de bu tabloydu. Kolaj sanatçısı tüm yeteneğine rağmen istediği sürede bitiremeyeceğini söyleyince canı sıkılmış olsa da sonuç mükemmeldi.
Eylem, gözlerini tanıdık ama bir o kadar da yabancı tablodan ayıramadan konuştu. "O kadar kolay dağıtma paranı. Yatırımcı olabilirsin ama bu tutumlu olduğun anlamına gelmiyor. Çok para harcıyorsun." Çoktan af aşamasını geçmiş, gelecek planları aşamasına gelmişti. O fark etmese de Tuna farkındaydı. Rahatlamıştı.
Tuna, bir adım yaklaştı Eylem'e. "Beni biraz yola getirecek biri lazım sanırım. Çok çalışan, yorgunluk bilmeyen, az uyuyan, ki beni de bu konuda eğitip kendisiyle daha çok ilgilenecek zaman kazanmamı sağlayacak birini tanıyor musun?"
Eylem de son boşluğu kapatacak adımı attı. Bir parmağını göğsüne dayayarak yanıt verdi. "Tanıyorum. Aynı zamanda acele karar vermeni, yanlış düşünmeni, sormadan yargılamanı engelleyecek biri bu."
"Tanıştırır mısın beni?"
"Tanıştırırım. Ama söyleyeyim bir kere sana kancayı takarsa kolay kurtulamazsın."
Tuna, ellerini beline sarıp vücuduna yaslanana kadar çekti Eylem'i. Eğilip önce bir yanağını, sonra diğerini, ardından burnunun ucunu, o sevdiği sevimli çeneyi ve en son olarak da dudaklarını öptü. "Kanca yetmez, kelepçe taksın bana. Anahtarı denize atsın."
"O zaman kendisini de sana kelepçeleyecek!"
"İstemez mi? Ömür boyu yanımda olacak, anneannemi paylaşacak, Sıla'yı abla yapacak..."
"Sıla mı? O da nereden çıktı?"
"Nisa'nın hikayesini bilmiyorum ama o kızın ve annesinin rahat etmesini sağlayacak bir şeyler yapacağım. Eğitimini üstleneceğim. Sakın... sakın tek laf etme. Bu iyilik ya da müsriflik değil. Yatırım. Çocuklarıma abla ve oyun arkadaşı olacak."
Eylem duyduklarını doğru yorumladığından emin olmanın şımarıklığı ile sordu.
"Sen bana evlenme mi teklif ediyorsun?"
Tuna o kadar keyiflenmişti ki sözde şaşkınlıkla sordu. "O kadın sen misin?"
"Benim olmamı ister misin?" Bu kez ciddiydi sesi. Tuna da aynı ciddiyetle yanıtladı. "Bu dünyada istediğim başka hiç kimse yok."
"Bu resmi ne yapacağız?"
"İlk önce yatak odamıza asmayı düşündüm ama sonra o kadar göz bize bakarken rahat edemeyiz diye düşündüm. Yine de en gözüken yerde olmalı..."
"Şömineli bir ev alalım ve bunu oraya asalım."
"Bana söz ver, benim de portremi yapacaksın."
Eylem, genç adamın gözlerine baktı, küçük bir öpücük kondurdu dudaklarına ve kollarından sıyrılıp atölyesinin arkalarına doğru yürüdü. Dört beş tane tuvali öne çekip arkasından bir başka resim çıkarttı. Tuna da yanına gelmişti. Elinde tuttuğu resmi gördüğünde gözlerine inanamadı.
Aynı tuvalde bir sürü Tuna resmi vardı. Gülerken, şaşkın, duygusal, üzgün ve aşık...
"Bu... bu harika olmuş. Hepsini nasıl böyle yapabildin?"
"Hepsi işte burada!" diyerek kendi kalbine koydu elini.
Tuna, dakikalardır dilinin ucuna gelen ama bir türlü söylemediği iki kelimeyi fısıldadı kulağına. "Seni seviyorum."
"Ben de seni seviyorum."
SON 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder